Büyük ulus

Cumhuriyet gazetesi, Starateji ilavesi, 04 Aralık 2006

 

Bir hastahaneyi ziyaret etmek sağlığımızın değerini bize hatırlatır. Bulutsuz bir havada uçakla uzun bir yolculuk yapmak; dünya üzerinde nekadar boş alanlar olduğunu, ve insanların karıncalar gibi biryerlere tıkışmak çabasında, hemcinsine karşı nekadar densizlik yapmakta olduklarını düşündürür.

Dünyadaki toprakların ondabirinin bile kullanılmadığını varsayarsak, küçük ölçüde; kişilerin maddî çıkarlar peşinde, can alacak boyutlarda, hemcinslerine zararlı olmaları, büyük ölçüde; ulusların asırlardır bitip tükenmeyen bir hırs içerisinde birbirini yemesi, inanılmayacak bir gerçek olarak belirir.

Türkiye büyük bir ulstur. Türkiye, demokrasinin bilinmediği çağlarda bile, Orta-asyadaki öğrenimlerinden, âdil ve sulhsever, insanî bir tutumla imparatorluk idare etmiş olan büyük Osmanlı ulusundan geldi. Atatürk ilkelerinin üzerinde en çağdaş değerlerle kuruldu. En zor şartlar içinde, kan dökülmeden, en uygar yöntemlerle, eşine rastlanmamış bir maharetle, emperyalist ülkelerin kıskacına düşmüş bir imparatorluk kalıntısından, Türkiye Cumhuriyeti yaratıldı.

İlk on yılda yapılan devrimler, 20. asrın rönesansı sayılacak niteliktedir. Bugüne kadar da Yurtta sulh, Cihanda sulh ilkesinde devam edildi. Günümüzün sorunlarının temelinde demokrasinin ve sosyalizmin, senayileşme tamamlanmadan evvel uygulanmış olması yatar. Dış baskılar, ve Batı’lıların Lozan antlaşması nedeniyle gayelerine erişmemiş olmaları, bizim onların gayelrine erişmek için öne sürdükleri isteklerine karşı zayıf davranmamız, hâlâ içinde olduğumuz geçiş süresinin uzamasına neden oluyor.

İngiltere ise zâten daima sümürgeçi bir imparatorluk oldu. Fakat çağdaş koşulları değerlendirmesini zamanında bilerek, fazla kan dökülmesine neden olmadan, sömürgelerinin çoğundan, adasına çekilmek dirayetini gösterdi. 20. asırda yapmış olduğu en büyük hata, Osmanlı İmparatorluğunu yanlış bilgi ve gerçekleşemeyecek arzularla, parçalamayı planlayıp, dünyanın başına bugünki Ortadoğu problemini yaratmasıdır. (1) Son hatası ise, Irak harbinde ABD’nin peşine takılması oldu. Geçmişindeki bu hatalara rağmen büyük ulus olmak potansiyelini kaybetmiş denemez.

Avrupa ülkeleri ise, ne büyük bir ulus, ne de Roma ve Bizans’tan sonra, devamlılık sağlamış güçlü bir ulus olabildiler. En büyük marifetleri tarihin başından beri birbirlerini boğazlamak olu. Bugün Avrupanın ilerlemiş olmasının nedeni; Rönesan’sı doğurmuş ve yaşamış olması, sanayileşmedeki başarısıdır.

Kaydedilen ilerleme, insanlıklarından ve insan haklarına saygılarından değildir.

Renasans’ı doğuran devrim de, kanlı bir başlangıca dayanır. Bunların hiçbirinin büyük ulus olmakla bir bağlantısı yoktur. Herzaman çifte standart kullanmışlardır, hâlâ da kullanmaktadırlar.

Rusya Çarlar devrinde halkı sefalete terk etti. Kominizm devrinde sosyalist ilkelere sadık kalacaklarına, sadece devlet erkanına, halka verilmeyen imtiyazlar sağladılar. Çarlar gitmiş olduğu halde Sosyalizmi de yozlaştırarak, demokratik anlayıştan milletçe uzak olduklarını birkere daha kanıtladılar. Rusya hiçbirzaman büyük ulus olmadı, bundan sonra da olacağa benzemiyor.

Çin birzamanlar en eski büyük ulusu idi. Bugün tekrar güçlü olmak yoluna girdi. Ençok nufuslu ülke olarak geniş bir iç ve dış Pazar, büyük bir üretim gücüne sahip. Mao’nun radikal sozyalizminden, ılımlı kapitalizme kaymaya başladığı 10-15 yıl içerisinde, dünyanın üçüncü büyük ekonomik gücü oldu. Son birkaç yılda ortalama büyüme hızı yüzde dokuzu geçti. Geniş döviz rezervinin yüzde yetmişini ABD bonoları ve nakdi oluşturuyor. Bu nedenle bir bakıma ABD ekonomisinin anahtarını elinde tutuyor. İhracatında ABD pazarının payı düştükçe, Çin’in ABD’ye olan ihtiyacı azaldıkça, rezervelerini elinden çıkararak ABD’yi yıpratma olasılığı gün geçtikçe artıyor.

Bütün yeni ilişki kurduğu ülkelerle, yardımcı ve sulhçu politika güderek işlerini kolaylıkla, harp masrafı olmadan halletmeyi başarabiliyor. Her geçen gün ABD karşısında en etkin güç olarak beliriyor. Büyük ulus olarak tarihteki eski yerini tekrar alıp alamayacağını zaman gösterecek.

ABD günümüzde süpergüç olarak sivrilmiş en güçlü ulus olmasına rağmen, büyük bir ulus olamadığını eylemleriye kanıtlıyor. ABD’nin büyük gücü, şefkatli bir elden mahrum. İkiyüz yıllık kısa tarihinin ilk yarısı, işgal ettikleri topraklardaki, hayvandan aşağı değerlendirdikleri yerlileri, yüzkarası soykırımla yok etmekle geçti. Diğer yarısında senayileşme başarısından sonra, gasp ettikleri yurt içinde, savunmakta oldukları demokrasi kurallarını, yurt dişarıda unutarak, emperyalist gayeler peşinde koşmaya başladılar. ABD artık emperyalist gayeler güden, çağdaş anlamda bir imparatorluk, bir sömürgeci haline geldi. Watergate skandalından sonra, halkın devlete olan güvenci yıkıldı ve inişe geçti. Son yıllarda sergilemekte olduğu tutumlar devam ederse bu inişten kurtulması da mümkün görülmüyor. Halkın karekterine aykırı olan, yıllardır yapılan hataların birikimi, kendilerine olan güven ve inançlarına şüpheyle bakmalarına neden oluyor. Bu iç hesaplaşmaların etkilerini yakında göreceğiz.

Amerikan demokrasisi başlangıçta en iyi uygulamalara şahit olmuşken, 20. asırın ikinci yarısında, demokrasisi mega şirketlerin çıkarlarını sağlayacak şekilde yönetilmeye başladı. Yazar Robert Kagan yeni kitabında (2) Amerikanın tarihinin yabancı ülkelere karşı politikasını incelerken; kuruluşundan beri nekadar işgalci bir ülke olduğunu, bir taraftan sulh ve demokrasi uygularken, diğer taraftan yeni topraklara karşı olan iştahının hiçbirzaman bitmediğini anlatıyor. Amerikan halkının bunun bilincinde olmayarak, kendilerini dünyanın en sulh ve yardımsever toplumu olarak gördüklerini söylüyor. Hatta halkın dışarıdan gelen yankıları da hayrtele karşıladığını, ve onların namkör olduklarını düşündüklerini savunuyor. Amerikalıları yakınen tanıyınca da her düzeyde bunu görmek kâbil.

Verilere bakıldığında ABD’nin harpsiz geçirdiği yılların parmakla sayılacak kadar az olduğu görülür. ABD ekonomik üstünlüğünü, yeni çağdaş emperyalizmini devam ettirebilmek için, diğer ülkelerin iç işlerine de karışarak, kürreselleşme adı altında, kürresel bir emperyalizm uygulamaya başladığı da kesin. Türkiyenin iç işlerine karışması, ikdidara gelecek kişi ve partileri seçmesi, seçiminin gerçekleşmesi için gereken bütün önlemleri uygulaması, hegamonyasının bize en yakın olan örneğidir. Yazar Turan Yavuz kitabında, AKP’nin ABD tarafından nasıl iktidara getirildiğini ayrıntılı olarak belirmektedir. (3)

Bu yazının hazırlandığı günlerde ABD ara seçimleri 2.3 milyar Dolar harcanarak, medyayı dolduran utanç verici negatif propagandalardan sonra sonuçlandı. Adaylar hâlâ ABD’nin Ortadoğuda demokrasiyi yerleştirmeye çabaladıkları yalanıyla halkı uyutmaya çalıştılar. Kimse demagoji yapmaktan utanmadı. Halk GOP’nin tutumuna karşı olduğunu, hiçbir ümidi olmasada, oyunu Demokratlara vererek, Temsilciler meclisinde de, Senatoda da, çoğunluğu Cumhuriyetçilerden aldı. Ayni gün Ramsfeld’in işine son verildi, yerini daha ılımlı düşüncede eski CIA başkanı Robert Gates aldı. Irak politikasında büyük değişiklikler olup olmayacağı sonu gelmeyen bir tartışma konusu. Birkısım yazarlar hala ABD’nin Ortadoğuda yaptıkları yardımlardan bahsederek, takdir edilmemiş olduklarından dövünüyorlar. Gayelerini Ortadoğuya demokrasiyi yerleştirmek olduğuna inananlar hâlâ var.

Öyleyse neden demokrat Türkiye’yi parçalamayı ön görerek, Ortadoğu’yu İsrail’in, ve kendilerinin çıkarlarına uygun olarak değiştirmek için harita yayınlıyorlar?

Çifte standart gösterisini Ortadoğu yutmuyor, amma Amerikan halkına yutturuluyor. Uygulanan demagojiyi Amerikan halkının kavrayabilmesi için, uzun yıllardır edindikleri inançlarının sarsılması, öğrendikleri kadar temiz gayeler peşinde olmadıkları acı gerçeğini kabul etmeleri gerekecek. Bunu olabilmesi için de Ortadoğu’da işlerin daha da sarpa sarıp, bıçağın kemiğe dayanması gerekeceğe benziyor. Zaten Amerikalılar, -yeni bir Vietnam’ın yaşanmakta olduğunun farkına varmaya da başladılar.

İkinci Dünya Savaşından sonra ABD büyük ulus olmak fırsatını elde etmişti. Yeni toprak ve kaynaklar ihtirasını doyurmak, ve alışılmış ekonomik üstünlüğünün devamını sağlamak için, çağdaş sömürgeciliği seçerek, büyük ulus olmak şansını yetirdi. Şayet büyük gücünü istilacı ve harpçi bir politika yerine, sulhçu ve yardımcı bir politika ile kullanmış olsaydı, bugüne kadar yapmış olduğu katirlyonlarca dolar harcamalarla, hem dost kazanmış, hem de birçok fakir ülkeyi daha iyi yaşanır bir duruma getirebilmiş olurdu. Eğitime yatırım ile geri kalmış ülkelerin aydınlanmasını sağlamış, dünyanın sevilen, sayılan lideri olabilecekti. Böyle bir imkânı kullanamamış olması, insanlık ve bütün dünya halkları için büyük bir hayal kırıklığıdır.

ABD kendsini sade güçlü değil ayni zamanda büyük ulus sanmaktadır. Büyük ulus olmak için, eli kanlı bir harpçi değil, sulhçu olmanın gerektiğini kavrayamamıştır.

Türkiyede olduğu gibi, Amerikada da lider fıkadanı var. Amerikanın silahla eylem politikasını bırakıp, zeytin dalını seçmesi gerekiyor. Her iki ülkenin de politikalarında temel ilkelere dönmekten başka yolu yok. Türkiye bu yönde şanslı, çünkü uygulayabileceği Atatürk ilkeleri var.

Türkiye kendi ölçüsünde ve komşuları içinde güçlü bir ülke, hem de büyüklük vasfını hak etmiş bir ulustur. Sorun Türk halkının bunun bilincinde olmaması, ve Batı kompleksinden kurtulamamasıdır.

Türk halkı en az kitap okuyan toplumlardan birisidir. Okumaması, okumaya teşvik edilmemesi, diğer ülkelerde olanlar hakkındaki bilgisinin kısıtlı kalmasına neden olmuştur. Bu eksiklik de, kusurların yanlız bizde olduğu inancını yaratıp, Batı kompleksini körüklemiştir. Halbuki Atatürk 1936’da –Kültür okumak, anlamak, görebilmek, görebildiğinden anlam çıkarmak, ders almak, düşünmek, anlama yeteneğini eğitmektir, diyerek okumanın önemini vurgulamıştı.

Ülkeler kendi değerlerini unutup, başkalarını taklide yeltenirlerse, ne güçlü ne de büyük olabilirler. Türkiyenin bugün Batı tarafından kasitli olarak içine düşürülmelte olduğu durum, şayet durdurulmazsa, onun büyüklüğünü yetirmesine neden olacaktır.

Bügün, halkın büyük bir kısmı, özlemini çektiği Batı’nın yaptıklarına baktığında, onlar gibi olmak, onların şartlarına uymak, onların gittiği yolu takip etmek, nasıl isteyebilir?

Türkiyenin gayesi onlara benzeme(me)yi istemek olmalı. Atatürk hiçbirzaman batıyı kopyalamayı, batılı olmayı önermemişti. Onun ilkelerinde; Batı seçilerek okunması, bazı dersler alınması gereken bir kitaptır.

Türk halkının karanlıktaki aydınının, Batı’ya ihtiyacımız olduğuna, AB’ye girmeden biryere varamayacağımıza, ABD yardımı olmadan ayakta kalamayacağımıza inandırılmış olmasının, gerçekle alakası yoktur. Yaratılan durum, gerçek olmayan inanç, Batı’nın yarım asırdır uyguladığı, başarılı olmuş propaganda, ve sömürme politikasıdır.

Türkiye ne AB’ne girmek, ne de ABD’ne bağlı yaşamak mecburiyetindedir. Biz bu boyunduruktan silkinmeliyiz. Çıkarlar peşinde olanların bu propagandalara alet oldukları verilerle belli olduğu halde, göbek bağlı basın bunu hala halka yansıtmamaya çalışmaktadır. Halbuki güçlü olduğumuzu hergün tekrar tekrar halka bildirmek, basının sorumluluğudur.

TUSİAD’ın, bilerek veya bilmeyerek, batı propagandasına alet olmasına son vermek gerekir. Kalkınmamız iş adamlarımızın son yıllarda Dünyaya örnek olacak başarılarına dayandığından, onların dış etkilere kapılma(ma)sı önde gelen gerekçemizdir.

Önümüzdeki seçimlerde Türk toplumu çağdaş değerlere, Atatür’ün ilkelerine sadık bir yönetime dönmek zorunda. Aksi halde en azından çağdışı kalmış bir arap ülkesine benzeriz, daha da fenası, bize uygulamaya başladıkları koşullara boyun eğersek, egemenliğimizi de kaybederiz.

Gereken değişikliği yaratacak olan da siyasi partilerin tutumu olacak.

Burada, Sol’u birleştireceklere düşen sorumluluk bir parti konusu değil, bir vatan borcudur.

Biz bir uygarlık ve egemenlik savaşıyla karşı karşıyayız.

Halk en ümit beslediği partisinden üst yönetimini değiştirmesini bekliyor. Zaten parti içinde de dikta istenmiyor. Herşeyden evvel gelen Vatan’dır, parti diktası bunu unutmamalıdır. Birgün gelir, muhakkak hesap vermek gerekir.

İçinde bulunduğumuz çıkmazda, halkın ve muhalefetin çoğunluğunun, diktasından arınmış bir siyasi hareketin arkasında toplanacağı şüphe götürmez.

 

Dip notları:

  • David Fromkin, A PEACE TO END ALL PEACE, The fall of Ottoman Empire and the creation of the modern Middle East.
  • Rabert Kagan, DANGEROUS NATİON, A history of American foreign policy.
  • Turhan Yavuz, ÇUVALLAYAN İTTİFAK.

 

Turgut A. Karabekir

 turgutk@gmail.com

 

 

 

 

About The Author

0 Comments