Gene, Bir rüya

Geçenlerde Amerikadan misafirlerim gelmişti, akşam yemeğinden sonra onları mehtap seyretmek için Haremker sırtına götürmüştüm. Orada değirmenlerin arasında yakın zamanda açılmış olan ‘Mehtap Cafe’ nin sakin atmosferine daha girerken davetlilerimin dili tutuldu. Değirmenlerin pitoresk manzarası, gerek Gökova körfezine kadar uzanan mehtabı, gerek öbür tarafındaki Gümbet koyunun ışıl ışıl manzarası, havanın latâfeti, onları şaşkın bir halde bırakmıştı. Arabamızı bir kenarda manzaraya mani olmayacak şekilde ayarlanmış otoparka bırakıp, melisa ağaçlarının kokuları içerisinde yürümüştük. Bodrumun birçok yerlerinde maruz kaldıkları diğer kokularardan sonra bu temizlik ve güzellik sanki kendimizi affettirmek için yalvaran bir sesti. Oturduğumuz tertemiz rahat koltuklar, gecenin sukuneti, arada arkadan gelen kaliteli klasik müzik, porselen fincanlarda yapılan çay kahve servisi, Bodrum’un ünlü pastahanesinden ve tatlıcısından getirilmiş yiyecekler, mis gibi losyon kokan bir garson, sonsuza kadar uzanan bir mehtap, solda kalenin ve Bodrumun haşmeti, sanki bir rüya alemindeydik.

Eski günlerin çarpukçurpuk yolları, yol kenarında manzarayı kapatarak park etmiş ve hepsi başka bir istasyona ayarlanmış radyolarını bağırtan karanlık yüzlü kişiler yerine bu intizam, bu emniyet, bu uygarlik nekadar iftahar edilecek bir ortam yaratmıştı. Saatlerce orada oturup bu güzelliği içimize doldurduktan sonra istemeyerek ayrıldık, ziyaretçilerimi gururla otellerine bıraktım, ve eve geldiğimde, memnun ve mesut bir halde başımı yastığıma koydum.

Sonradan hakikate dönmek olmasaydı da bu rüya aleminde kalabilseydim nekadar iyi olacaktı. O tepeye çıkan yolun nekadar harap olduğunu, arabanın altını vurmadan ne kenarda durmanın ne park etmenin imkanı olmadığını, korkunç suratlı, feryad eden müzikli kişilerin arasında denizi görmeye çalışacak bir delik aradığımı, vaziyeti telif etmek için ziyaretçilerime ne söyleyeceğimi şaşırdığımı, oradan nasıl apar topar kaçtığımı hatırlamayacaktım. Alışılmış olan bu süflülüğe, bu zevksizliğe, bu görüş noksanlığına, bu biganeliğe ben de katılsaydım ne fena hissedecek ne de sizin başınızı ağrıtacaktım. Amma ben bunu yapamıyorum. Yapamıyorum çünki gönlüm başka yerlerde gördüğüm gibi Bodrum için en iyi şeyleri istiyor. Olabilecek şeyleri istiyorum.

Bardakçı sırtında, değirmenlerin olduğu genel mevkiden daha enteresan bir nokta düşünemiyorum. Güneşin doğuşundan, batışına, mehtabın hemen her gününe en güzel bir şekilde seyredilmesine imkan sağlayan, kaleyi ve Bodrumu bütün haşmeti ile içine alabilen, havası herzaman güzek olan bu yer, neden bir işe yaratılmadan bırakılıyor? Burada keyif yapmak varken neden Bodrumun yazında çarşı içinde sıcak ve havasız yerlerde oturmak mecburiyetini yaratıyoruz? Neden bir iş adamı, hâlen Bodrumda başarı ile lokanta veya Cafe işleten bir girirşimci, buraya sahip çıkamıyor? Neden Belediye yetkilileri bu bulunmaz fırsatı değerlendiremiyorlar? Bukadar çok körmü var?

Hâlen başarılarılı bir iş sahibinin birgün burasını da değerlendireceğini ümitle bekliyorum. Bu arada da Belediyenin bu yeri bukadar bakımsız bırakmış olmasına karşı isyan ediyorum. Bu yolları geçilir hâle getirmek, kenarları park yapılabilecek şekle sokmak üç kuruşa olacak şeydir. Biran evvel bu onarımın yapılmasını arzu ederiz.

Artık bu yapılamayan işlerden bıktık, yeter diyoruz ve düzeltilmesini istiyoruz.

Yetkillilerin sorumluluğu, kendilerini yapmaları için seçtiğimiz görevi lâyıkıyla yapmalarıdır, halkımızın sorumluluğu da görevini yapmayanlardan hesap sormaktır, talep etmektir, unutmayalım.

Yukarıdaki yazım, 22 Temmuz 2002 tarihinde yayınlanmıştı, yani tam üç yıl evvel. Rüyam hâlâ gerçekleşemedi, ben hâlâ bekliyorum, benimle beraber çok kişi de bekliyor. Sayın yetkililer sizler ise uyuyorsunuz, ne söylesek vız geliyor.

Neden olmasın, vazife başında uyuyan sade siz değilsinizki!

 

 

 

About The Author