Uygarlarlık bumudur? (2/3)

Cumhuriyet gazetesi, Bilim ve Teknoloji eki, 20 Şubat 2015

Önce doğruyu bilmek gerekir, doğru bilinirse yanlış da bilinir, ama önce yanlış bilinirse doğruya ulaşılamaz. Farabî. Biz, doğruyu bulmak çok zorlaşır, hurafeye, dogmaya inanmakla değil, ancak ilim, bilim ve düşünme yeteneğiyle olur, diyelim.
Putperestler, güçlerinin üstündeki doğal olaylar için birer tanrı seçtiler. Anlayamadıkları olaylara tanrıların kavgaları dediler. Afetlerin önlenmesi için çocuklarını kurban ettiler, beyinleri yıkanmış analar rıza gösterdi!
Tek tanrılı dinler, Tanrının her şeye yetenekli olduğunu bildirdiler. Yaptıkları kötülükleri, yarattıkları Şeytanın üstüne attılar. Tanrının şeytandan neden daha güçlü olamadığını halklar sorgulanmadı!
Tevrata göre, Musa kavmine yaşayacak yer ararken, Tanrının ona; “Bu toprakların seçilmiş kişiler olan size vaat edildiğini, üstünde yaşayanları öldürüp almalarını buyurduğunu” söyledi. Musa’nın dediği üç bin yıldır yapımda, ses yok!
Hristiyanlar, Museviliği insancıllaştırmak için yola çıkıp, tek Tanrı’ya inananların bölünmesine neden oldular. Bunu yaparken ruhsal Tanrıyı üçleştirdiler, hem de insan şekline soktular. İncil’in “öldürmeyeceksin” emrine rağmen, iç ve dış harplerle, Hristiyanları, Yahudileri, ve Müslümanları, değişik bahanelerle öldürdüler, hâlâ öldürüyorlar. Uygarlık nerede?
Müslümanlık, iki dini arıtmaya yeltendi, aracıları kaldırdı, ruhsal Allah’ı geri getirdi. Din ile devleti birleştirince, büyümeyi sağlarken, Kur’an’ın söyleminin aksine, Müslümanlık silahla yayılır oldu, kan döküldü, sorgulayan olmadı!

Dinler kendi içlerinde bölündü, aralarındaki savaşlarda yüz yıllarca kan döküldü, hâlâ dökülüyor. Ya Tanrı, ya da demokrasi örtüsü altında, öldürmek yasallaştı. Tanrı adını kullanarak, ahlaksızlık da, sömürü de yerleşti. Din sömürüsü inançları sarstı. İnancı olan da dinsizlikle suçlanırken, şikâyet eden var mı?

Din baskısında, hurafelerle, yalanlarla, korkutmalarla, cahillerin kafalarını ütüleyip yönetmek, hâlâ en kolay yönetim şekli.

Tek Tanrı’ya inanan dünyanın dörtte üçü, din yüzünden üçe bölündü, düşmanlık yolu açıldı. Ölüdeniz yazılarının bulunmasından sonra, Hristiyanlar para gücüne sahip Musevilere sıcak bakmaya mecbur kalınca, karşıt olarak ellerinde dünyanın en zengin petrol kaynaklarına sâhip, cahil Müslümanlar kaldı. Batının çıkarlarının Ortadoğu Müslüman ülkelerinde olması yeni yöntemler gerektirdi. Batıya biat edenler, otokrat olsa da kullanılmaya başladı, biat etmeyenler düşman olarak damgalandı. Demokrasi getirme bahanesiyle yurtları yıkıldı, milyonlar can verdi. Bunları (uygarlar) yaptı!
Müslümanların tümünün kötü olamayacağı ikilemini, teröristleri doğurmak çözdü. Teröriste karşı savaşmak uygarlık olarak belirlendi. Teröristler içinde Batının gayelerine faydalı olanlara dokunulmadı, diğerlerine yapılan saldırlar insanlık uğruna yapılır oldu. Saldırılar Müslüman ülkelerin olduğu bölgelere yönelince, direnme çabaları oralarda belirdi, direnme terörizm oldu. Müslümanlığa, terörizmin kaynağı olarak bakılmaya başlandı.
Dünya toplumları, Hristiyan + Musevi ve karşıtı Müslüman olarak, ikiye ayrıldı. Diğerlerinde ses yok!
Evvelce, Hristiyan’ların soykırımlarıyla kanıtlanmış Musevi düşmanlığı varken, Filistin İsrail anlaşmamazlığı ile, Müslüman- Musevi düşmanlığı doğdu. Batı’ya lazım olan, Hamas, Taliban, Hizbullah, Al-Qaeda, ve Işid gibi bir sürü kusur keçileri oluşturuldu. İslam’a karşı hareket, fanatik İslam kaynaklı terörle mücadele, Batının hedefi yapıldı. Bunları yapanlar gene en çok uygar bilinen ülkeler. Aydınlar neredeler?

Kimse de, bu örgütlerle savaşmak yerine, örgütlerin neden savaştıklarını sorgulamıyor. Yaptıklarına terörizm diyeceğine, yapmalarının nedenlerini araştırmıyor. Aydınların gözü mü kör, yoksa vicdanları mı yok?

Cahiller bağnazlaşıyor, kavga şiddetleniyor, kızgınlıklar ideolojiye dönüşüyor, barışa varmak zorlaşıyor.

Binlerce yıl önce şeytanın yaratılması gibi, Batı yarattığı sorunları kendi çıkarları için kullanıyor. Aydınlar susuyor!

Karşımızdaki, insanlığın yüzyıllar sonra hangi uygarlık düzeyine vardığının acı tablosudur. Geçen yazımdaki uygarlık analizinin vardığı acı sonucun kanıtıdır. Tekrar sormak yerinde olur: Uygar bir ülke var mı? Uygar kişiler ne iş görürler? Vardıkları düzey biat mıdır? Sorgulamak yeteneği olmayan, biat eden, nasıl uygar olabilir? Aydınlar cahil halkın kandırılmasına, kullanılmasına, nasıl suskun kalırlar? Biat etmeyen kaç aydın var şu dünyada? Acaba hiç mi yok?
İnsan, yaratıklar aleminde, utanç saçıyor. Bu gidişle 3. Dünya Savaşı tarihteki en büyük katliam olacak, belkide Batılılar ona  Müslümanlardan kurtuluş savaşı adını verecek, kitaplarına kahraman olarak geçirecekler!. Olmaz gibi mi geliyor? Bal gibi olur, çünkü geçmişte olduğunun çok benzeri var. Amerika’nın yerlilerine ne oldu, soran varmı?

Kızılderilerin dediği gibi: Biz dünyayı babalarımızdan miras almadık, çocuklarımızdan ödünç aldık.

Peki onlara ne bırakacağız? Çıkarları uğruna uygarlıktan ayrılıp, vahşete dönenler, ona bile bile göz yumanlar, bunu da düşünsünler. Acaba bu dünyada, uygar kişilere yer kalacak mı?

Görüyoruz ki, güçlenenler binlerce yıldır diğerlerini câhil bırakarak, düşünmeden biata alıştırarak idare etmenin, onları kullanmanın, en kolay sömürü yolu olduğunu unutmadılar. Binlerce yıldır aynı oyun, aynı dram oynanıyor. Gerçek aydınların sayısı az oldukça da, oyun devam edecek.

Bir tek çıkış yolu, her zaman olduğu gibi, şimdi de, kaliteli çağdaş eğitimli insan yetiştirmektir. Anlamadan, düşünmeden biat eden beyinler değil, düşünen ve karar verme yeteneğine sahip insan yetiştirmektir. Ancak bu tür beyinler geliştiğinde, sorgulayan insan sayısı artacak ve sömürücüler meydanı boş bulamayacaklar.

Şâyet insanlık devam edebilecekse, bunun tek yolu bilinçli insanı yetiştirmekten geçer. Bunun için de ilk savaş bugün kendilerini uygar diye yutturan sözde aydınlara karşı olacaktır. Çünkü bizi bu seviyesizliğe getirmiş olan, onlardır, cahiller değil.

Devamı gelecek yazımda.

 

Turgut A. Karabekir, Y.Mimar, AIA     

turgutk@gmail.com

 

About The Author