Olumlu bakış

 

Tarihe baktığımız zaman ilerlemelerin, din, ilim ve sanat gibi, ana konularda bile, daima kişilerin ihtiyaçlarının, arzularının, değişmesinden, artmasından, kaynaklandığını görürüz. Hernekadar etken olan öncüler ezilmişse de, daima ilerlemeye mâni olmaya çalışanlar kaybetmiş, gelişme olagelmiştir.

İlerlemelere, gelişmelere, düzeltmelere, etken olmaya çalışanlara baş belası, olumsuz, sızlanıcı, olarak bakmak, hayatın gerçeklerini anımsamamak olur. Düzelmeyi, ilerlemeyi, red etmek, olduğu yerde saymayı kabullenmek sayılır.

Hiçbirşey ilk yapıldığında mükemmel olamaz. Eksiklikler, yanlışlar, arızalar meydana çıktıkca, ve yapanlar uyarıldığında, olumlu bir karşılama olursa, mükemmelliğe yakın bir düzeye erişmek olasılığı doğar. Eksik noktaların ortaya konması, yanlışların belirtilmesi, doğru olmayanların ortaya çıkmasını, tenkit, ve alâkalıya hücum olarak anımsamakla da hiçbir yere varılamaz. Ancak kendine güveni olmayan kişi veya toplumlar, bu gibi uygar gözlemlere tepki gösterirler, yapıcı tarafını göremezler.

Uygar olmayan toplumlarda yapılan gözlemler nekadar yumuşak bir şekilde belirtilirse, karşı tarafın kolayca kaçamak yoluna gitmesi, uyutma yöntemine baş vurması daima izlenmiş olan bir gerçektir.

Uygar kişi her türlü gözlemi duymaya, onlardan yararlanmaya hazır olan, istekle olmasını bekleyendir. Bu gibi kişiler uygar bir toplumu oluştururlar. Böyle bir toplum, beraber çalışmaya, karar vermeye, kendini veya çıkarıını değil, sadece yapılması gerekeni düşünen kişilerden oluşur. Bu tür düşünen ve hareket eden bir toplum da, uygar bir milleti oluşturur.

Birçok bilim kitapları, almaya, dinlemeye açık olan kişilerin, kendilerinden emin, mutlu ve başarılı olduklarını, kapalı olanların ise, kendilerine emniyeti olmayan, mutsuz ve başarıya erişememiş olduklarını gösteriyor.

Bodrum’un büyük bir kalkınma içerisinde olduğunu görmemek için kör olmak gerekir. Benim gibi daha iyisine erişmeyi arzulayan yazarlara, -Neden yapılan şeylerin iyisini yazmıyorsunuz, demek, -Olduğu kadarı bize yeter, demekten farklı olmaz. Bir çiçeğe verilmesi gereken suyun, azaltılması gibi olur. Gelişmeye set çekmektir. Satüko’yu kabullenmek zafiyetidir.

Ulusal alışkanlıklarımız bizleri konuların derinine inmeden, , incelemeden, aşırı sevinçlere, ve üzüntülere, vakitsiz olarak, sürükler. Çabuk kızar, çabuk seviniriz. Birgün turizmimiz batmakta olduğu, yarın Yalıkavağın SenTropez olaçağı yayınlanır. Koylarımıza hâlâ katı ve sulu atıklarımızı attığımız halde, dünyadaki en temiz koylar toplantısına başkanlık etmeyi tasarlarız. Birtaraftan antik varlıklarımızı çürümeye bırakırken, diğer taraftan onların zenginlikleriyle böbürlenmeye yelteniriz.

Kişinin ve toplumun kusurunu, zayıf taraflarını, bilmesi ve kabul etmesi, sergileyebileceği en büyük varlığıdır. Bunları saklamaya çalışması, bilmemesi, başkasının görmediğini varsayması ise, en büyük yoksulluğudur. Bu gibi tutumların saklanamayacağını, şeffaf olduklarını bilmemek, körlükten beterdir. Bütün bir milleti, sayılmamaya, aşağlanmaya, itilmeye, kakılmaya, sürükler, sürüklemiştir.

Toplum olarak, etrafımızda olan acı gelişmeleri, çılgınlık derecesine varan AB hayalini, utanç uyandıran ABD yalvarımlarını, iç işlerimizde düşmekte olduğumuz durumları, anımsamamak için, ya vatan haini, ya kör cahil, yada bunlardan yarar temin eden, ve başka hiçbir değer yargıları olmayan fırsatçılar olmak gerekir.

Bu durumlara tahammül edebilenlerin de, ancak aşağılık kompleksi ile yaşamayı âdet haline getirmiş, kabullenmiş, zavallılar, en azından, tedaviye muhtaç hastalar olarak kabul edilmesi doğaldır.

Bir yazar olarak Bodrum’a olan sevgimiz, arzularımız, yardımcı olmak için tuttuğumuz yol yanlış anlaşılmamalıdır, seçtiğimiz yegane uygar yoldur.

About The Author