Kültür ve Din (Kültür serisi 5/6)

Remove the row

Column: 1

Kültür Serisinin bundan evvel çıkan 4 yazısında, Kültür konusunun değişik yönlerini irdelemiştim. Bu yazımda ülkemiz için büyük etken olan din yönünü ele alarak devam edeceğim.

 

Dilai Lama’yı çocukluğundan beri izlediğim ve o çok değer verdiğim bir bilgedir. Onun Brezilyalı tanrıbilimci Leonardo Boff ile yaptığı söyleşiden alıntıları, çevirerek ve özetleyerek aktarıyorum:

“(LB) …… en iyi din hangisidir?

(DL) En iyi din sizi tanrıya en yakına getirendir. Sizi daha iyi bir insan yapandır.

(LB) Beni daha iyi yapan nedir?

(DL) Seni daha; şefkatli ve merhametli, mantıklı, tarafsız, sevecen, insancıl, sorumlu, ahlâklı yapan din, en iyi dindir.

(LB) Verdiği irfanla dolu cevap karşısında biraz duraladım, o devam etti:

(DL) Dostum, ben ne senin dininle ne de senin dindar veya dinsiz oluşunla ilgilenmiyorum. Benim için önemli olan senin; akranların, ailen, iş arkadaşların, yaşadığın yerdeki insanlar ve bu dünyâ insanları karşısında davranışındır. Unutma ki evren bizim düşüncelerimizin ve hareketlerimizin yankısıdır. Hareketler yalnız fizik kuralları değildir. Aynı zamanda insan ilişkileridir. Eğer ben iyilikle hareket edersem, iyilik bulurum. Eğer kötülükle hareket edersem, kötülük bulurum. Dedelerimizin bize söyledikleri en temiz gerçeklerdir: ‘Sen her zaman başkaları için istediklerine sahip olursun. Mutlu olmak kader değil, sadece bir seçenektir’.

  • Düşüncelerini kontrol et, çünkü onlar senin sözlerin olurlar,
  • Sözlerini kontrol et, çünkü onlar senin hareketlerin olurlar,
  • Hareketlerini kontrol et, çünkü onlar senin alışkanlıkların olurlar,
  • Alışkanlıklarını kontrol et, çünkü onlar senin karakterin olurlar.”

Felsefeye dayanan inançların ne güzel bir kültür örneği, ders alınacak öğütler!

Bu yazımda dinleri eleştirecek ve onlar hakkında yorum yapacak değilim. Amacım dinin kültürler üzerindeki etkisini irdelemek.

Dilai Lama’nın yukarıdaki yalın fakat çok geniş kapsamlı sözleri, zâten konumuzun ruhuna iniveriyor. Amma biliyoruz ki, söylenmesi ne kadar bilgince ise de, kavranması çok kolay değil. Olsaydı, bu seri yazıma neden kalmamış olurdu.

Dünyânın 6.6 Milyar nüfusunun yaklaşık: %32si 2.2 Milyarı Hristiyan, %23’ü 1.6’sı Milyarı Müslüman, % 15’i 1.0 Milyarı Hindu, % 7-8’i 0.5 Milyar Budist, 14-15 Milyon kadar da Musevi var.

Analizciler insanları üç guruba ayırıyorlar:

  • Dine bağlı olanlar,
  • B- Agnostikler/Deistler,
  • C-Ateistler/ tanrıtanımazlar.

A grubunda: Cin %7, Japonya %13, İsveç %23, Finlandiya %24, Danimarka %31,Norveç %32, , Fransa ve Hollanda %34, İngiltere %38, İspanya %59, Türkiye %74 İtalya %81, Senegal, Ürdün ve Kamboçya %96, Laos ve Gine %97.

2010 Pew araştırma raporuna göre, Çin 700 Milyon ile tanrıtanımazların başı çekiyor. Ve Dünyâda 1.1 Milyar % 16, dinsiz var.

Teknolojide ve eğitimde ilerlemiş ülkelerde, her geçen yıl dine bağlı olmayanların sayısı artıyor. Güney Amerika, Afrika ve Ortadoğu’da ise bağlılık yükseliyor.

ABD’de C grubu 1965’te %8 iken, 2012’de %16 olmuş. Avrupa’da da benzeri değişim izleniyor. Batı Avrupa’da A: %27, B: %38 ve C: %26. Bu temel bilgiler ve ilintili daha birçok veri dikkate alındığında, çıkarttığımız sonuç şu:

Eğitim düzeyi, sosyal güvenlik ve kişisel güvence arttıkça; dine bağlılık azalıyor, aynı zamanda da, suç işleme oranı düşüyor.

Ben yazımda, bu gerçekleri üzerinden, dinden bahsederken, dinlerin oluşum yıllarındaki temel gâye ve kurallarını ele almıyorum. Yüzyıllardır kullanılmakta olan sömürüye uygunlaştırılmış, yozlaştırılmış şekillerinden ötürü olagelenlerin etkilerine bakıyorum.

Şimdi soralım: Dinin kültür üzerinde etkisi var mıdır? Kesinlikle var. Her toplumda aynı mı? Hayır değil. Her toplumda dinin başka yönlerden etkili olduğu izleniyor.

Eğer her ülkenin kültürünü ayrı olarak kendi içerisinde kaldığını düşünseydik, söyleyecek fazla bir şey olmazdı. Ancak gerçek bu değil. Artık hiçbir ülke tek başına yaşayamıyor. Din ülkelerin yönetimine etkili olduğu zaman, bütün tarih boyunca sorunların hudutları aştığı ve uluslararası çelişkiler ortaya çıkmış, hâlâ da çıkmakta devam ediyor.

  1. Yüzyıldayız, ama Afrika, Ortadoğu ve Doğu ülkeleri, yıllardır uygulanan vicdansız ve kanlı sömürü nedeniyle gittikçe büyümekte olan bir nefretin etkileriyle kaynıyor. Bu nefretin de, kasıtlı olarak din bağlılığı ile körüklendiği görülüyor. Ortadoğu’da son yıllarda olagelen istilaların ve çeşitli gâyeler ile uygulanan şiddetin etkilerini, radikal İslam’ın, bugüne kadar görülmemiş boyutlara erişmesinde görüyoruz. Bu nedenle de o ülkelerin kültürlerinin temel din ile değil, siyasî olay ve gâyelere bağlı etkenlerle değişime uğramakta olduğunu izliyoruz.

Column: 2

İlerlemiş batı ülkelerinde dinin siyasete âlet edilmesi hemen hemen yok olmuşsa da, hâlâ yönetim ve ticarî gâyeler için, dini onlar da Başka bir tarz sömürü için kullanılıyor.

Bu etkinin; Hristiyanlık, Müslümanlık ve Musevilik gibi kuralsal dinlerde, Budizm ve Hinduizm gibi felsefi dinlerden çok daha fazla olabildiği de izleniyor. Buradan çıkarılacak sonuç ta, ilk üç dininde olan ülkelerde etki sahasının ve uygulamalarının daha geniş olduğu. Aynı zamanda da; o dinlerin hâkim olduğu ülkelerde, dinin kültürüne etkisinin, daha kolay olduğu. Bizim konumuzda ve ülkemiz için çok önemli olan bu etkeni, kültürel değil, siyasi ve politik konuların irdelenebileceği ortamda yapmak yerinde olur.

Dinin hâlen kültürümüz üzerindeki önemli etkenlerden birisi olduğunu da unutmamalıyız.

Dinler şayet ortaya çıktıkları zamanki temel kurallarla devam etmiş olsaydı, hiç şüphem yok ki, bürün toplumlarda en büyük “olumlu” etken olmuştur derdik. Biliyoruz ki gerçek bu değil. Yukarıdaki istatistik verilerinden eğitimli ve dini siyasete alet etmeyen toplumlarda, kültürlerini, diğerlerine nazaran daha çok koruyabildiklerini izliyoruz. Bunu daha ziyade eskiden kültürleri var olan ülkelere kısıtlı olarak söylediğimin altını çizmek isterim. Veriler bize bu ülkelerde dine inananların sayısının süratle azalmakta olduğu açıkça gösteriyor.

Varacağımız nokta; dinin kültür üzerinde güçlü bir etken olduğu, fakat bu etkenin gücünü hızla bilime terk etmekte olduğudur.

Sonuç:

Öncelikle; en basit olarak kenara atılan kurallar en gerekli olan kurallardır. Bir toplumu da yozlaşmaya götüren; doğruluk, saygı, hürmet, adâlet ve değer verme gibi temel kuralların unutulmasıdır.

Gerçekçi olmazsak, ortaya attığımız bütün temel değerleri yok ederiz. Bugün kültürümüzü onarmak için, Zülfi yâre (!) dokunmadan işleyebileceğimiz temel kültür öğeler: Gözlem ve özenle yapılması gereken eğitime kısıtlıdır.

Eğitimim artmasıyla, işsizliğin ve mutsuzluğun artmakta olduğu, eğitimsizlerde de fazla fark etmediği bir ülkedeyiz. Bu tuhaf durum tezimize çelişki gibi yansıyor. Fakat gerçek şu ki; eğer eğitimsiz bırakmak binlerce yıldır uygulanan ve gâyesi dogmatik kafalar yaratmak olan bir sömürü yöntimiyse, doğal gelişme sayılamaz. Güdümlü ve kasıtlı yapılan bir uygulamadır. Bunun da ancak, gözlem ve eğitim ile üstünden gelinebilir.

Gözlemden yararlanmak, örnek olacak kişilerin varlığına bağlıdır. Okumayan bir toplumda da bu çok önemli bir yer alır. Yeteri kadar örnek olmaması da büyük sorun yaratır. Toplumumuzda örnek olabilecek yetersiz sayıda kişiye, sorumluluklarını anlatmak ve onları harekete geçirmek, işi zaten yapmayanlardan beklenmez. Bu girişim, durumu bilenlerin, yâni kalan bir avuç aydının sorumluluğu ve görevi, atmaları gereken ilk adım olmalıdır.

Dilai Lama ne diyordu: “Eğer ben iyilikle hareket edersem, iyilik bulurum. Eğer kötülükle hareket edersem, kötülük bulurum”.

Değişmelerini umduğumuz insanlara, yanlış olduklarını söylemek yerine, onlara örnek olmalı, doğruyu görmelerini sağlamalıyız.

Eğer biz doğru yolda hareket edersek, görenler de eninde sonunda o yolu seçecektir. Evet, fenalık çok daha çabuk yayılır, amma iyilik te yayılmaz değildir.

Hırsız, dürüst insan yetiştiremez. Kaba konuşan, nazik dil öğretemez.

Saygısız ve duyarsız hareket ederek kültürlü insan oluşmaz. Kültürsüz ortamda kültür yeşermez.

Var olan her yanlışa ve soruna rağmen, saygılı ve duyarlı hareket etmek zorundayız.

Doğru eğitimi yanlış eğitim verenlerden bekleyemeyiz. Çağdaş eğitim almış insan yetiştirmek istiyorsak, sıfırdan başlamak zorundayız. Çünkü bu ortamda başka yolu yok. En ufaktan başlayarak, yeniden bir temel atmak ve geleceğe hazır olmak zorundayız.

Bunu topraklarımızı canları pahasına kurtaran atalarımıza ve Atatürk’e borçluyuz. Çocuklarımıza, torunlarımıza borçluyuz.

Kültürümüzün yozlaşmasına 80 yıldır göz yummuş, uykuda bir toplumuz. Yozlaşmayı durdurmayı, ona neden olanlardan beklemekle kaybettiklerimizi geri kazanamayız.

Geleceğe bugün hazırlanmaya başlamazsak, yarın geleceğimiz olmaz. Geleceği ancak onun var olmasını isteyenler hazırlayabilir. Onun zamanı da bugündür. Başka bir gün değil.

Yapılacak iş 80 yıldır yapılmayanlar. Başlamak için, kendimize bakmak yeterli.

Onları görmek için etrafımıza bakmak yeterli değilse, zâten o işi yapabilecek biz değiliz.

Yapmak zor, amma imkânsız değil.

Biz mayayı tutacağından emin olarak çalalım, o yeter! Aynen onun yaptığı gibi!

Onun yolu, izlenecek yoldur.

“…. İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; …. “ Umarım bu sözler belleğimizi tazeler.

Column: 3

 

 

About The Author

0 Comments