Sosyal yapımız

Remove the row

Column: 1

Kültür ve Sanat Dergisi için hazırladığım 6 yazıdan biridir ve Nisan sayısında yayımlandı.

Sosyal yapımız

      Hiçbir ülke sorunlarının temelinde yatan nedenlere odaklanmadan, ilerleme veya düzelme yoluna giremez. Her ülkenin ana sorunlarından birisi de, sosyal yapısının bozulmuş olmasıdır.
2.Dünya Savaşından ülkelerin, kimisi yenildi, kimisi yok oldu, birçoğu da güçsüz kaldı. Savaşı ABD kazandı, bütün Dünyâya en güçlü ülke olduğunu kanıtladı ve tek üstün güç olarak yerini belirledi. Osmanlı / Türk, İran, Mısır, Çin, Japon ve özellikle Batı Avrupa’nın, dil, kültür ve sosyal düzeni arka planlara kaydı.
ABD Dünya üzerindeki bu yerini, kültürü değil, ekonomik gücü sayesinde aldı. Örnek alınabilecek sosyal bir değere de sahip değildi. Kendi içinde olgunlaşmış sosyal bir yapı oluşturmaya vakti olmamış bir toplum, Dünya için, ancak yapay bir örnek sayılırdı.
ABD yapımı filmlerin propaganda gücü, Amerikan yaşamını göz kamaştıran boyutlarda tanıttı. Çoğu harp mağduru ve sıkıntıda olan yeni nesiller üzerinde, kaçılması zor bir beyin yıkama uygulanmaktaydı. Japonya ve Çin gibi binlerce yıldır içine dönük tutucu olmuş ülkeler bile bu yapay düzenin etkisinde kaldılar.
Yarım yüzyıl gibi kısa bir sürede, bütün Dünyada maddî değerler, manevî ve sosyal değerlerinin yerini aldı. Yeni Türkiye bu salgından en çok etkilenen ülkelerin başında gelmekteydi.
Bunun önde gelen nedeni, etkilenenlerin koskoca bir imparatorluğun bir iki şehrine sıkışmış ve sayısı bir milyona bile varmayan ufak bir topluluğa kısıtlı olmasıydı. Onlar, Osmanlının geri kalmışlığından, uğradığı hezimetlerden bunalmış, istiklâl savaşı sıkıntılarını ve sonrası yokluklarını yaşamış olanlar ve onların çocuklarıydı.
Ülkenin gerçeğini oluşturan Anadolu halkı, Cumhuriyetin ilk 30 yılı, bu yeni etkinin dışında kalmıştı. Bütün Osmanlı döneminde sosyal hayâtın ve ilerlemelerin dışında bırakılmış olan bu topluluk, kendisine örnek olabilecek azınlığı kaybetmiş olduğunu bilmiyordu. Teknolojinin ilerlemesi, ulaşım ve iletişim kolaylıklarının gelmesiyle, birkaç büyük ildeki değişimle karşılaştıklarında, toplum içindeki farklar ortaya çıktı.
Anadolu halkı, kendi çaplarında; örf, adet ve geleneklerini korumaktaydı. Bu kültür yüzlerce, binlerce yıldır gelmiş geçmiş uygarlıkların etkilerini içeriyordu. Yunus Emre, Ömer Hayyam, Mevlana, Karacaoğlan, Çamlıbel ve benzeri birçok değerlerle bezenmişti. Ozanıyla, şairi ile duygulanmıştı. Gerçek olan bir varlık, amma küllenmiş bir kültür idi.
Diğerleri, bu değerleri unutarak, yaşam düzenlerini kopyalamaya yeltendikleri yapay modele saptırmışlardı. Gerçek şu ki, aldıkları model yanlış bir düzenin modeliydi.
ABD’nin 20. Yüzyıl halkını oluşturanların çoğu, iki yüzyıl önce Avrupa’dan kaçan maceraperestlerdi. Bir kısmı da yasalara karşı gelmiş, tabuları yıkmış suçlulardı. Yeni bir toprakta tutunmak ve hayatta kalmak için, bol olan varlıkları paylaşmak yerine, onlara sahip olmak için vicdansızca savaştılar. Toprağın esas sahiplerinin felsefesinden nemalanmadıkları gibi, hakları olmayanın, hakları olduğunu savundular. Örf ve âdetleri çiğnemiş, saygının ve manevi değerlerin yerini maddî çıkarlara teslim etmiş bir toplum yarattılar. Yaş, mevkii ve tanıklık düşünmeden her önüne gelene “sen” diyen, ilk ismiyle hitap eden, saygı yoksulu bir toplum olageldi. “Usul” başka her kuralın yerini aldı. Bir şey yaparken “lütfen” demek, terbiye olarak yeterli sayıldı.
.19 ve 20. yüzyıldaki sanayi devrimiyle beraber, büyük çapta işveren güçler doğdu. 20. yüzyılın sonlarında, birkaç uluslar üstü sermayenin çıkarları için örgütlenen bu güçler, yeni bir dünya düzenine yöneldiler. Gâyelerine erişmek için; itaat eden, okuyan, çalışan ve harcayan, robotlaşmış bir toplum yarattılar. Uygar dedikleri sosyal yapıda; iyi ilişkiler dostlukların, farksızlık saygının yerini aldı. Dürüst olmak, başkasının hakkını yememek için değil, yasalara uyulması gerektiği için uygulanır oldu. Ve bunlar sağlanan kolaylıklar ve olanaklar ile halkın arzusuyla, onlar fark bile etmeden gerçekleşti.
.2. Dünya savaşından sonra Avrupa’ya ve Ortadoğu’ya gelen sosyal model buydu. Bu modeli yaratanlar, şimdi etkisinde bıraktıkları toplumlar üzerinde her türlü haklara sâhip olduklarını söylüyor ve biat edilmelerini bekliyor. Biat etmeyenleri acımasız cezalandırıyor.

Column: 2

         Bugün hâlâ Anadolu’da teknolojinin ve propagandanın fazla etkilemediği bölgelerde ve bazı kişilerde, eski değerleri ve hemcinsine saygıyı görebiliyoruz. Şehirlerde ve daha gelişmiş bölgelerde ise yozlaşma bütün sosyal yapıyı bozmuş bulunuyor. Artık aileler içinde bile büyüğe saygı, küçüğe sevgi, kalmadı Dr. Spock’un çocuk yetiştirmekte yarattığı bozgun ABD’ye kısıtlı kalmadı, ithal kültürle beraber gelip bizi de etkiledi.

Ekonominin bir numaralı sorunumuz olduğu öne çıkarılırken, bağımlılığımızdan ve sosyal yozlaşmamızdan bahsetmemek, akıl tutulmasıdır. Çünkü bu ülkede bu gerçeği de görenlerin var olduğu kesindir.
Bu basiretsizliğin gerçek nedeni de, artık ağza bile alınmayan, ana kural; hem cinsine ve bütün varlıklara gösterilmesi gereken “saygı” yokluğuna gereken önemin verilmemesidir.
Sosyal yapının çelişkilerle dolu olmasıdır.
Büyüyen ve gelişen Türkiye’de, halkının yapı olarak da, örf, adet ve gelenekler olarak da bölünmüş olmasıdır.
Bu bölünmeyi onu yok edecek olan aydınların, görev ve sorumluluklarını vaktinde yerine getirmedikleri için, eksikliğin sömürülmesine fırsat vermiş olmalarıdır.
Kırklı yıllardan beri kendinden başka birisi olmak yoluna giden ufak topluluk, geri bırakılmış Anadolu halkına iyi bir örnek olamadı. İçine girmeye çalıştıkları, kültürümüze yabancı yapay düzen, aradaki uçurumun büyümesine neden oldu. Ve bu hatâyı yaptıklarını, halk ikiye bölünüp, onları kendilerine karşıt olarak buluncaya kadar, fark bile etmediler.
Aynen içine girmeye çalışılan yabancı modeldeki gibi, aile bağları azaldı, aileler parçalandı. Köylerdeki gençler şehirlerdeki hayatın özleminde yerlerini terk edip, kendileriyle bağdaşmayan ortama göç ettiler. Köyler boşaldı, ülkenin temeli Anadolu parça parça yok olmaya başladı.
Gelenlerden kısa bir zamanda değişmelerini beklemek de olanaksızdı. Büyük bir çoğunluğu, değişmedikleri bir yana, gruplaşarak ayrılımın katlanmasına neden oldular. Buna engel olabilecek sözde aydınlar, kırklı yıllardan başlayarak altmış yıl seyirci kaldılar. Bağdaşmamış ve birbirlerini anlamayan, her iki tarafta da gerçek değerlerini kaybetmiş bir toplum olageldi.
Saygı’nın, sosyal yapının temel kuralı olduğu unutuldu. Doğaya, hayvana, mala, insana, yasalara gösterilmesi doğal olması gereken saygı, yok oldu. Bu saygısızlığı uygulayan sözde aydınların yeni-nesil çocukları, kendilerinden beter, kuraldan habersiz yetişti. Kendileri kuralları çiğnerken, câhil diye adlandırdıkları gerçek halkımızı suçlamaktan geri kalmadılar. Babalarının hatâlarını kat kat arttırarak tekrar ettiler.
Geldiğimiz noktada geriye kalmış olan bir avuç aydın ve vatansevere düşen görev ve sorumluluk hiçbir devirde bu kadar büyük olmamıştır. Bugün hâlâ iyi örnek olunabilir. Doğru şeyler söylenebilir. Bunun için de öncelikle doğru hareket gerekir. Doğru örnek olmayı istemek gerekir.
Bugün ülkenin çoğu tarafından konuşulan bir dil var. Önce onun doğru telaffuz edilmesini ve yazılmasını sağlamak gerekir.
Dil birliği bir toplumun unutulmaması gereken ana kurallarından birisidir. Her ne kadar bu devrim yetenekli, çağdaş ve bilgili ilkokul öğretmenleri yetiştirmekle başlamalı ise de, sayın akademisyenlerimizin, öğretmenlerimizin kendileri için yazmayı ve konuşmayı bırakmaları ve karşılarındakinin anlayacağı şekle özen göstermeleri beklenir.
Başkalarını suçlamakla bir yere varılmayacağının bilinmesi gerekir.
Kültür örneği olma konumunda olanların, sanatçılarımızın, kendilerinin bir model olduklarını unutmamaları gerekir.
Yeni bir dil, yeni bir kültür, yeni bir sosyal yapı yaratmanın zorlama ile olmayacağının bilinmesi gerekir. Zâten içinde olduğumuz durumda böyle bir lükse zaman olmadığının bilinmesi gerekir.
Bilgelerimiz kendilerinin kısıtlı çevreleri için yazar ve konuşurlarsa, 80-90 yıl evvel benim kuşağımın yaptığı hatâların benzerine yapar, son şansımızı da yok ederler.
Yeni bir kültür ve sosyal yapı ithal edemeyiz. Bütünleşmek yoluna girmeyi de ayrılma yolunu seçmişlerden bekleyemeyiz. Sen değiş demek lüksümüz de yok! Bölünmüş olarak devam etmiş başka hiçbir ülke de yok.
Kültürümüzü ve sosyal yapımızı bütünleştirmek zorundayız.
Elimizde olanı onarmak, onarabilecek yetenekte olanların sorumluluğudur.

Devam edecek

Column: 3

 

 

About The Author

0 Comments