Kültür ve Eğitim -1 (Kültür serisi 3/6)
Remove the row
Column: 1
Bundan önceki yazımda Kültür konusunu açmış ve Eğitime bağlayarak bitirmiştim. Bu yazımda da Kültürün eğitime neden ve nasıl bağlı olduğunu irdeleyeceğim.
Her eğitimli insanın kültürlü olmadığını bilmek için etrafa bir göz atmak yeterli olur. Aynı zamanda da, her eğitimsiz insanın kültürsüz olmadığının, târihin derinliklerine kadar giden çok örneği var. Her filozofun da yüksek eğitimli olması gerekmiyor, geçmiş çağlarda bile üniversiteye gitmemiş filozoflar var.
Her profesörün kültürlü olmadığını bildiğimiz gibi, her okumamışın da kültürsüz olmadığını biliyoruz. Eğitim düzeyi ile kültür düzeyinin doğrudan bağlantılı gitmediğini de görüyoruz.
O zaman kültürün eğitimle bağlantısı nedir? Buna değişik cevaplar verilebilir. Benim cevabım “bilgi” olur.
Görerek öğrendiklerimizin de bilginin bir parçası olduğunu düşünerek, kültürün önemli bir öğesi, bilgidir derim.
Her ne kadar Fransızların “Karşılaştırma ile gerçekçe olamaz” deseler de, kandırmak için yapılmadıkça ve gerçeklerle bağdaştıkça, tümdengelimle usavurma (1) diye bir düşünme yolu kullanmanın bir sakıncası olmadığını düşünüyorum.
Platon’un mağara alegorisine benzer bir durumdaki insanı düşünelim. Bütün bilgisi kendisine gösterilmekte olan gölgelere kısıtlıdır. Başka şeyler gördükçe bilgisi de artar. Bilgisi ve gördükleri arttıkça da düşünme yeteneğine girmeye başlar. Ayni zamanda da, “davranış tarzı” oluşmaya başlar. Yâni bu onun kültüre attığı ilk adım olur.
Yeni doğmuş bir bebeği de buna yakın bir örnek olarak alabiliriz. Bebek te genlerinden gelen bazı öğrenilmiş davranışlar dışında her şeyi, duyarak ve görerek öğrenmeye başlar. Çevresinde olanlar, söylenenler onun okulu olur ve bilgi artımıyla beraber kültürünü yapılandırmaya başlar. Bunların olageldiğinden de haberi bile olmaz.
Bu basitleştirilmiş örnekler bizi kültür oluşumunun edindiğimiz bilgilere, doğrudan bağlantılı olduğunu gösterir. Bu bilgi önce görmek ve duymakla gelir. Sonra okuma ile de gelmeye başlayacaktır. Varacağımız sonuç ta; kültürün doğrudan etrafımızdan etkilenerek oluşmaya başladığı, devam ettiği ve bilgi artışıyla değişikliklerin etkisinde kaldığıdır.
Demek ki; bilgi etkili oldukça, kültür iyiye veya kötüye doğru değişime açık olur. O şartlar altında da geçmişte doğru oluşmamış bir kültürü, eğitim ile değiştirmemiz olanak dışı değildir.
Doğru oluşmaya başlamış bir kültürü ise geliştirmenin ve hattâ onarmanın, çok daha kolay olacağı açıktır.
Geçen yazımda, kültürün ana karnından, sonra evden ve daha sonra ilkokuldan gelecek algılarla gelişeceğini belirtmiştim. İlköğretimin önemi üzerinde durmuştum. İlköğretim verecek olan öğretmenlerin ve ilköğretim veren okulların bir ülkenin geleceğindeki yerinin önemini burada tekrarda fayda görüyorum.
Sanırım Güney Kore ve Kuzey Avrupa ülkeleri bu önemi, başka her ülkeden evvel anlayarak, bugün bütün dünyanın takdirle izlediği duruma geldiler. Diğerleri ise, isteyerek veya istemeyerek bu ilerleme yoluna bir türlü girmediler. Dünyânın en kalabalık olan amma en türdeş olmayan ülkesi Çin eğitim sayesinde 40 yıl içinde teknolojide en çok ilerlemeyi yaptı, aynı zamanda da, kültürünü büyük ölçüde onardı.
Bir yandan eğitimin kültürle bağlantısını kurarken, diğer yandan her eğitimsizin kültürsüz olmadığını savunmam, çelişki gibi algılanabilir. Kültür edinmenin bir öğesinin de görerek öğrenmek olduğunu hatırlarsak, çelişki olmadığı açıktır. Şâyet buna düşünce gücünü de eklersek, bilgi edinebilme ufkunun genişleyeceği kesindir. Çin gibi temel kültürü kuvvetli olan bir toplumda da, yer yer de olsa, bunun daha etkin olduğu izlenmektedir.
İşte bu nedenlerle de çağdaş eğitim yöntemlerinde, araştırma, çözümleme, karşılaştırma gücü ve konuları düşünebilme yeteneği, ezberin yerini almıştır.
Finlerin yeni eğitim sistemi de düşünme gücünü geliştirmek, belirlenmiş kalıpların esiri olmadan serbest hareket edebilme temeli üzerine kurulmuştur. İzlenen de büyük bir başarı elde edilmiş olmasıdır.
Bu ülkeler, sadece; yeniliklerin, özellikle teknolojik ilerlemenin, kültür yapmadığını, aksine birçok örnekte kültürü bozduğunu gördüler. Kültürün ise ilerlemeye katkıda bulunduğunu anladılar.
Tarih boyunca toplumlar içinde insanlar birçok şeyi bilmediklerinden ve önce doğa olaylarından korktuklarından, sonraları da kısıtlı olanaklar nedeniyle yapamadılar. Amma biz 21. Yüzyılda teknoloji devrimini yaşamış insanlar olarak, nasıl olur da örneği olan bir ilerlemeye seyirci kalabilmekteyiz?
Column: 2
Aklımıza şunlar gelir:
Kültürsüzlüğü fark etmemek, onun kötülüğünü fark etme yeteneğinde olmamak,
Dogma ile harekete alıştırılmış olmak,
Ufak bir grubun çıkarları için çarpıtılmış din kurallarının baskısında olmak,
Düşünebilen insanların daha zor yönetileceği korkusuyla, düşünmeden biat eden kişiler yaratmak arzusundan,
Veya düpedüz akıl tutulmasından!
Bu gerçeklerin bir kısmı bizim konumuzun dışına çıkacağından, (2) burada yalnız birinci ve sonuncuyu açacağım:
Kültürsüzlüğümüzü fark etmememizin önde gelen nedeni, yüz yıldan beri, yapılacak işler için batıdan örnek almak yerine, batılı olacağımızı sanmamız. Bu zan altında da, bizim olmayan kültürün içine balıklama atlamamız. Bu yanlış yaklaşım Osmanlının son döneminde başladı, Jön Türkler ile yükseldi, Atatürk ile hizaya geldi, ABD şırıngasıyla gelen DP ve sözde demokrasi propagandası ile hortladı. Bütün hızıyla da devam ediyor. Bir topluluğun başka bir toplumun kültürünü ithal edemeyeceğini hâlâ anlayamadık. Yüzlerce, bir kısmı da binlerce yıldır gelen kendi kültürümüzü onararak, çağdaş yapabileceğimizi görmek bile istemedik. Neden?
Akıl tutulmamız sadece bu kanalda olsa belki açıklaması zor olabilir. Amma o kadar çok yönde akıl tutulması izliyoruz ki, burada da olması neredeyse doğal olacak. Bunun da nedeni:
Okumamak, bilgi noksanlığı, eğitim düzeyinin düşük olması ve çağdaş olmaması.
Her şeyi bildiğini ve her şeyin doğrusunu yaptığına körü körüne inanmış kişiler olduğumuz.
Öğüt dinlemeyi, düzeltilmeyi, başkasından öğrenmeyi, küçüklük kabul edecek kadar karmaşalar içinde olmamız.
Kendimizi geliştirmek için hiçbir gayret göstermememiz.
Her zaman kendimizi dev aynasında görmemiz.
Herkes böyle miydi? Tabii ki değildi. Fakat öyle olmayan bir avuç gerçek aydın (!) da sessiz kaldı. Başlangıçta sessiz kalmaları veya temel değerler üzerine etkin olacaklarına uç ideolojilere sapmaları, çok büyük bir boşluk yarattı. Güdülmeye alıştırılmış bir toplumu, Atatürk’ten sonra öndersiz bıraktı.
Benim kuşağımın, benden bir evvelki ve bir sonraki kuşağın bu ülkenin geleceğinde doğru örnek olamaması, af edilemez. Bugün hâlâ bu gerçeğin anlaşılmamış olması ve değişme yoluna gidilmemiş olması da, hatânın devâmıdır.
İşin kötüsü, sonraki kuşaklar da ayni yanlışları yapmakta devam ettiler, hâlâ da ediyorlar. Ben kendini yargılamadan başkalarından şikâyetle ve kınamakla yetinen, kendini tatmin eden başka bir toplumu, ilkel olamayan ülkeler içinde görmedim.
O zaman sormamız yerinde olur: Yanlışlarını bilemeyen, görse de kabul etmeyen bir toplum adam olabilir mi?
Olamaz. Şâyet olabilseydi, öncelikle biz olduğumuz yere gelmemiş olurduk. `Bizin` üzerine basmamı kasıtlı yaptım. Çünkü toplumumuzda birçok başka toplumlardakinden daha becerikli ve yetenekli insanlar içeriyoruz. Kültür eksikliğinden de becerikliliğimizi kötü yönlerde kullanıyoruz. 80 yıldır kendi bindiğimiz dalı kesiyoruz.
Bu kısırdöngüden nasıl çıkacağız?
Devam edecek.
- Deductive reasoning.
- O konuları Dogmadan Bilime isimli kitabımda ayrıntılarıyla irdelemiştim.
Kimeyse
Aç mısın, susuz musun?
Evsiz misin, barksız mısın?
Yersiz misin, yurtsuz musun?
Derdin ne senin?
Yatacak yerin varsa,
Yiyecek aşın varsa,
Yaşamaya arzun varsa,
Ne derdin olur senin?
Yerini beğenmezsen,
Yiyeceğin beğenmezsen,
Vatanını beğenmezsen,
Sensin derdin senin.
Gözün doyarsa;
Anlarsın zenginliğini.
Vatansız kalınca;
Anlarsın değerini.
Turgut Karabekir
Bodrum
Column: 3
Son Yorumlar