Kültür ve Eğitim -2 (Kültür serisi 4-6)
Column: 1
Geçen sayıdaki Kültür ve Eğitim-1 yazımda, aşağıdaki suali dile getirerek bırakmıştım.
Bu kısırdöngüden nasıl çıkacağız?
Göme ve işitme yoluyla kültür öğrenmek için yeteri kadar kültürlü insanın var olması gerekiyor. 85 Milyona yetecek kadar böyle örneklerimiz maalesef yok. O zaman geriye eğitim kalıyor. Ancak, doğru ve çağdaş eğitimle bilgilenebiliriz. Bilgilendiğimizde de, kendimize has kültürümüzü onarmaya başlayabiliriz.
Bu kadar bozulduktan sonra kat edilecek, zor ve uzun bir yol olduğu kesin. Amma başka yol da yok.
Harvard’ın üniversitelerin içinde en iyisi olduğu söylenir. Dünyânın başına bütün belaları getiren, eğitilmemişi eğitimsiz, fakiri fakir tutmaya çalışanların, gâyeleri; sömürülebilen bir toplum yaratmak olan bir grup insan var. Bunların çoğunun Harvard’dan ya da; İngiltere, Almanya ve Fransa’daki benzerlerinden mezun olduğunu da biliyoruz.
O hâlde sanırım, en iyi bir üniversiteden bile bilgili insan yetişebileceğini, fakat illa da insancıl ve adam gibi adam yetişmeyeceğini düşünmek yanlış olmaz. Bence böyle bir insanı yetiştirebilmenin temeli, ailede ve ilköğretimde atılmalıdır. Sonradan adam olmak ise hayâle yakındır.
Biz çocuklarımızın ne öğrendiklerinin farkında mıyız?
Akıllı telefondan, tabletten başını kaldırmayan, konuşmasını bile öğrenmeyen, insan ilişkileri olmayan çocuklar yetişmekte olduğunun farkında mıyız?
Bu aletlerin aşırı kullanılışının ve kullanılması için yapılan propagandanın, rastgele olmadığını görmüyor muyuz?
Kullananların bazı dallarda yetenekleri artarken, hayatlarının temeli olacak öğeleri öğrenmediklerini nasıl görmemezlikten gelebiliyoruz?
Düşünebilen bir insan yetiştireceğimize, verileni yaparak vaktini harcayan bir nesil yetiştirmekte olduğumuzu görmüyoruz?
Bu aletlerin yanlış zamanda, yeterinden fazla ve gereksiz kullanılmasının bütün bir kuşağa ve ülkemizin geleceğine yapmakta olduğu zararı nasıl umursamıyoruz?
Eğer bu soruların cevabını, bugüne kadar gelmiş olan yönetimlerin kötülüğü ve yanlışı olduğunu düşünüyorsak, bilmeliyiz ki, yanlış ve suçlu olan biziz. Suçlu her çağda, bu tür yanlışların olmasına engel olmayan, suskun kalmış olanlarındır. Yâni bir avuç aydınımızdır.
Birçok kolda olduğu gibi, bu konuda da Mustafa Kemal Atatürk’ün suskunluk için söylediğini unuttuğumuz kesin!
“Asıl önemli olan, memleketi temelinden yıkan, halkını esir eden, içerideki cephenin suskunluğudur”.
Bazı kişiler değişik nedenlerle suskun kalmayı istemiş olabilirler. Amma bir ülkede herkes bu kadar bencil ve maddeci olamaz. Muhakkak aklı başında aydını vardır. Onların sessiz kalması esas sorundur.
Çocuklarımızın yetişmesinde etkin olacaklar, olmaları gereken onlardır. İyi yetişmemelerini, robotlaşmış bir tüketici toplumu yetiştirmek isteyenler değil.
Kültür edinmenin bir yolunun da Platon’un mağara örneğinde olduğu gibi gördüklerimizle başladığını, sonra gördüklerimiz ve işittiklerimizle devam ettiğini biliyoruz. Çocuklarımızın ne görüp ne işittiğini bilmek için, her gün, her dakika etrafımıza bakmak yeterli amma ben tekrar edeyim:
Kabalık, terbiyesizlik, küfür, şiddet, kadına şiddet, tecavüz, hırsızlık, yalan, sahtekârlık, hukuksuzluk, yasalara uymamak, hem cinsine saygısızlık, değer vermemek, hayvanlara kötü muamele, eşitsizlik, başkasının hakkını yemek, aç gözlülük, ………, saygısızlık.
Abartıyor muyum? Hayır, kesinlikle abartmıyorum, daha çok şey sıralayabilirim. Abarttığımı düşünen varsa etrafına baksın, çok zaman da aynaya baksın.
İşte bugün, kendi ihmâl ve umursama azlığımızdan ötürü geldiğimiz noktada yavrularımıza; görecekleri ve işitecekleri şeyler olarak verdiğimiz bu. Büyük bir çoğunlukla sadece bu! Bu karanlık resmin dışında kalan istisna o kadar az ki, dizmek olanağım yok.
Bu ortamda yetişen çocuklar nasıl bir kültüre sahip olabilirler? Biz onlara en değerli edebiyatçıların ürettiği, en iyi şairlerin yazdığı, en üstün sosyologların verdiği öğütleri göstersek neye yarar? Onları hazmedecek mideleri oluşmamışsa, gülmeye bile zahmet etmezler. Bizim gabiliğimiz, onların kötü alışkanlıklarını kamçılar.
Column: 2
Kötü örnek oldukça, iyi sonuç beklemek akılcı olamaz. Zâten olmadı da!
Vaktiyle, benim doğduğum 20’li yıllarda bile hâlâ doğru başlangıç verebilen aile yuvaları vardı. Anadolu’da da kendi düzeylerinde kültürleri devam etmekteydi. Eğitim aileden başlardı. Cumhuriyet ilan edildikten sonra da böyle bir iki kuşak yetişti. Bunların içinde doğruyu öğrenmişler muhakkak vardı. Amma hiçbir zaman yeterli olmadılar.
Bugün var olan aile, çocuklarına artık o temeli verebilecek aile değil. Varsa da parmakla gösterilecek kadar az. O nedenle artık aileden başlamasını beklemek boşuna. İlk eğitimden başlamasından başka çaresi yok.
Şimdi çoğunluğu oluşturan böyle bir aileden yetişmiş çocuğun şiirimdeki olası feryadını dinleyelim:
O çocuktan
Düşürdün beni karnına,
Kendin için girdin kanıma.
Eğitmeye yoktuysa yeteneğin,
Beni dünyaya neden getirdin?
Herkese boş sözler edersin,
Bana da baa buu cuu dersin!
Örnek olmazsan sen,
Kimden öğreneceğim ben?
Yetmedi mi sana kendi çektiğin?
Acıtmaz mı seni bana ettiğin?
Ne hakkın vardı bana kıymaya,
Getirmekle beni dünyâya!
Adam edemezsen kendini,
Kim tutacak benim elimi?
Kendine hayrın yoksa eğer,
Sana kızsam neye değer!
Dünyamızı bozan sendin,
Neden beni ona ortak ettin?
Şimdi biz oldukça suçlu,
Artık kimse olamaz umutlu.
İçinde olduğumuz kültürümüzün farklı olmasını isterdim. Amma değil. O nedenle de bu kısırdöngüyü kırmamız gerekiyor. Aksi hâlde kültürümüzü düzeltmek falan, hayaldir.
Değişimi de yegâne yapabilecek olan; akıllıca, çağdaş eğitimdir. Bizim özel durumumuza göre biçilmiş, en son çağdaş yöntemleri içeren ilköğretimdir.
Annelere erişmektir.
Bir ülkede kadının katkısı olmadan hiçbir şey ileriye gitmez, gidemez. Hele yuvanın kurulmasında, yavruların yetiştirilmesinde kadının yeri öndedir. Her şeye rağmen, bütün bölünmüşlüğe ve düşünüş farklarına rağmen, hâlâ her evde anneler var. Onların ne yapması gerektiğini biz öğretmedikse, nasıl suçlu olabilirler? Şayet onlar değişik giyiniyorlar diye ümidi kesersek, suçlu biziz. Onlar da çocuk yetiştirecekler ve nasıl yetiştirmelerini bilmeye hakları var. Bizim de her şeye rağmen, bütün ayrılıklara rağmen, onlara öğretmek sorumluluğumuz var.
Bu sorumluluk; ideoloji, din, mezhep ve yaşam şekli üzerinde, hepimizin millî davası ve sorumluluğu. İyi anlatıldığı ve doğru yaklaşıldığında, kabul görememesi insan yapısına aykırı olur. İyi niyet eninde sonunda başarıya giden yolu açar.
Her malda olduğu gibi, fikirde de sunum şekli en önemli öğedir.
Yıllar önce bir gurup hanım Anadolu’yu dolaşarak istemeden çocuk yapılmaması için gereken yöntemleri öğretmek çabasını göstermişlerdi. Çok da başarılı olmuşlardı.
Her şeye rağmen, tutucu kısım içinde de, eskisinden çok daha fazla okumuş gençler var. Onların çocuk yetiştirmek yolunda iyi niyetli eğitime açık olacaklarından şüphe etmemiz için hiçbir nedenimiz yok. Kültürün önemli bir öğesinin bilgi olduğunu daha önce irdelemiştik. O zaman neden bu gençler üzerinde uygulamayalım?
Denemekte de kaybımız yok.
Bu tür görevleri yapabilecek aydın hanımlarımıza her yerde, her konuda rastlıyoruz. Onların neyi nasıl yapması gerektiğini bildiklerinde, yapabileceklerine kendim gibi eminim.
Var olan, her ne kadar çağdaş yetiştirilmemişse, görevde olan genç ilkokul öğretmenlerine erişmek imkânsız değil. Çok zor olmayan düzenleme ve örgütlenme işi. Ülkemizde artık bunu yapanlar da yok değil.
Sorun yapmak değil.
Yapmayı arzu etmek.
Yapacak insanı harekete geçirmek.
Yüksek sandalyelerinde oturup ahkâm kesmeye alışmış, bir avuç aydınımızın kolaylıkla ön ayak olabilecekleri bir vatan borcu.
Devam edecek.
Column: 3
Son Yorumlar