Kültür ve ötesi (Kültür serisi 2/6)

Remove the row

Column: 1

Kültür ve Sanat Dergisi için hazırladığım altı yazının ikincisidir ve Mart 2019 Sayısında yayımlandı. 

Kültür ve ötesi (Kültür serisi 2/6) 

Kültür kelimesinin bu yazıya sığmayacak kadar çok doğru tarifi yapılabilir. Ben “İnsan topluluklarında görülen, zamanla diğer fertlerine aktarılan, ortak davranış tarzı ve düzgüdür” demekle yetineceğim. Ele almak istediğim eğitim konusuyla ilgili öğelerini irdeleyeceğim.

Bir toplumun kültürü onun hem mânevi, hem maddî değerlerinden ve coğrafik koşullarından oluşur ve etkilenir. Dolayısıyla da, zamanla onunla kimliğini kazanır. Bazı toplumlarda da, gerek maddî değerlerinin, mânevi değerlerinden hızlı ilerlemesi, gerek kültür emperyalizmi etkisinde yozlaşma olagelir. Bizim toplumumuz bunlardan birisidir. 20. yüzyıl yarısından sonra ABD’nin etkisinde değişimle, kültürel şoka girmiş ve kültürünün özünü kaybetmiş ülkelerden biriyiz.

20. yüzyıl ortasında, İstanbul, Ankara ve İzmir halkının bir kısmının yaşamı, geri kalan halkımızın yaşamından farklıydı. Daha fazla okumuş olarak bilinen ve diğerlerine yol gösterici olabilecek bu azınlık, dış etkilere kapılarak, genel kültürümüzden hızla uzaklaştı.

O zaman bile karikatürlere konu yapılan bu hatâlar ile bölünmelerin ve gruplaşmaların temeli de atılmış oldu. Basite indirgeyerek söylersek, sanayileşme çabası içinde şehirleşmeye gidilmesi nedeniyle de, her iki grupta ta yozlaşmaya uğradı. Yâni Osmanlının parçalanma şokundan sonra kültürümüzü onaracağımıza, onu iki gurupta da kaybetmek yoluna girdik.

70-80 yıldır süregelen bu yozlaşmayı kısa zamanda düzeltmek olanak dışı. Tekrar çağdaş ve birleşik bir millî kültür yaratmak; bilgi, sabır ve arzu isteyen zor bir süreç olur.

Öncelikle bilgi gerek, amma yeterli de değil. Aynı zamanda da yalnız bir avuç gerçek bilgenin, edebiyatçının, sanat erbabının eliyle, söylemesiyle, olacak iş de değil. Sanırım artık yama yöntemleri de geçerli değil. Onarıma temelden başlamak gerek. Bunun için de temelden başlamak ve örnek olacak, temel ilkelerin öğretilmesine devamlılık sağlayacak bilgeler yetiştirmek gerek. İşte o bir avuç aydınımız, isterse bunu yapmaya önayak olabilir.

Günümüzde hâlâ ana değerleri unutmamış ufak toplumlar var. Bunlardan birisi Finler. Onlar için toplumun birinci davranış şartı “doğruluk”. Ben de, bizim neredeyse tamamen kaybetmiş olduğumuz bir ilkeyi, “saygı”yı eklemek isterim.

Saygı büyüklere karşı gösterilmesi bir zamanlar ulusal terbiye kuralımız olmaktan ileriye, herkeste olması gereken bir niteliktir. Saygıyı öğrenen bir insanın; kendine, doğaya, bitkilere, başkalarına ve yasalara, saygısı olur. Onlara saygısını yetirdiği zaman kendisine olan saygısını kaybetmiş olacağından, kötü hareket edemez. Doğruluk da bu erdemlikleri taçlayan kemerin kilit taşıdır. İkisi birleştiğinde sağlam bir kişilik oluşur. Konumuzun konusu kültürlü bir toplum da, bu tür kişilerden meydana gelir.

Bu değerde ilkeleri olmayan ABD gibi toplumlardan da, çıkarları için başka ülkeleri halklarını öldürmek pahasına sömürmeyi yapabilen, yönetimler doğuyor. Eğer halkımız böyle bir anlayışın etkisinde yozlaştığını ve yozlaşmaya devam ettiğini anlamazsa, onlardan farklı bir yere varmayacağını, onların sömürüsünde olacağını bilmelidir.

Yeni bir nesil yetiştirilirken ve onarım başlatılırken; temelinin doğru ilkeler ve nitelikler üzerine kurulması gerekir. Öncelikle de bunları daha emekleme çağında çocuklara aşılayacak önderler, yâni öğretmenler yetiştirilmelidir.

Eğer bu toplum tekrar bütünleşmiş bir ulus olmak istiyorsa, müşterek kültürünü var etmek zorundadır.  İşte o tırnaklarıyla Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyete tutunan fakat edilgen olan bir avuç aydın, bu girişime önayak olabilir. Olmalıdır, çünkü parçalanmamak için başka bir yol ve zaman kalmadı.

Bu ülkenin kaçınılmaz gerçekleri varken, kendisini ileride görenlerin, geride kalmış saydıklarına, sen bana uy demeleri, ayrı kalalım demekten farksız olur. Öncelikle yıkılmışı yerine koymaya çalışmak, sonra da onarmak gerekir. Aslında yozlaşmış olan, yukarıda önerdiğim temel değerler, doğruluk ve saygıdır. Onların tekrar doğal hâle getirilmesi birleşme yolunu açmak olur.

Ütopya ile gerçeğin barışmayacağı ve ancak var olan üzerinden ve ortak değerler üzerinden yürünmesi gerektiği de sanırım kaçınılmaz olarak karşımızda duruyor.

Yanlış yolda olduğumuz ve karanlıklara doğru gittiğimiz kesin. İçinde bulunduğumuz ortamda yapılması gerekenleri, yapmak niyeti bile olmayanlardan beklemekle aydınlığa çıkamayız. Olan yanlışlara yakınmakla yetinmek, bizi daha kötüden başka hiçbir yere götürmez.

Her şeye rağmen, özel girişimcilerin yapmakta olduğu yardımların yönünü değiştirmek ve temel eğitimi ileri bir zamanda da olsa, yapmaya hazır olmak gerekir.

Column: 2

Çağdaş bilgili, sosyoloji, psikoloji, matematik, felsefe, sanat ve çağdaş eğitim öğrenmiş, yüksek lisanslı ilköğretim elemanları yetişmek amacımız olmalı. Bu öğretmenlerin ülkenin geleceği için M. Vekillerden çok daha önemli olduklarını anlamalıyız. Vekilleri 4-5 yıllık hizmetleri (!) karşılığında hayat boyu maaş bağlanırken, öğretmenlerin 2-3 işte çalışmaya mecbur bırakılması 80 yıldır olagelen utanç verici bir hatâdır. Bunun anlatılması ve anlaşılması gerekir. Öğretmenlerin alacakları yoğun eğitime karşı ve hayat boyu verecekleri hizmete karşı Vekillerden çok daha fazla maaş almaları doğal olmalıdır. Aksi mantığa sığmaz!

Eğer bir ülke halkı öğretmenlerinin en değerli ve önemli görevde olduğunu anlamamışsa, zâten o ülkenin değerli evlat yetiştirme şansı da yoktur.

Bu çağda, ileriye hamle yapmış olan Kuzey Avrupa ülkelerinde örnekleri olan yeni eğitim sistemine gitmemek ve eskiyi tekrarlamak ise, ilerisi için bir yatırım sayılmaz.

Kısacası çocuklarımız için artık:

“Ne öğretelim değil, ne öğrenmek isterler” anlayışıyla çalışmalıyız.

Kültürden bahsederken dil bütünlüğünün öneminden bahsetmemek saçma olur. Çünkü dil bütünlüğü olmayan bir toplum ulus olamaz ve birliktelik sağlayamaz.

Bugün dilimizi toplumumuzun yarısından fazlası yanlış yazıyor ve yanlış telaffuz ediyor. Bu ayıba, çok değerli yazarlarımızın, TV spikerleri ve akademisyenlerimizin birçoğu da dâhil! Diğerlerine örnek olacak insanların örnek olmaması, zâten 80 yıldır daima sorunlarımızın önde geleni oldu. Olmakta da devam ediyor.

Bir insan kendisi için kitabı istediği şekilde okuyabilir. Amma başkasına konuşurken kendisi için değil, o veya onlar için ve onların, hem anlayacağı hem de kavrayacağı, ( ihâta) edeceği şekilde konuşması gerekir. Bu sadece bir terbiye kuralı değil, konuşanın yaptığı işe karşı sorumluluğudur. İşlevi, kendini tatmin etmek değil, değişik nedenlerle kendisini dinlemeye gelenlere söylediklerini anlamaları için konuşmaktır. Aksi, en azından saygısızlıktır.

Karışık ve bağlantılı cümleler kuran, çabuk konuşan ve ses tonunu monoton tutan bir öğretmen, bir profesör ile kaç öğrenci dikkatini koruyabilir ve kolaylıkla öğrenebilir? Öğrenemez. O nedenle de dersi sevmez ve dinlemez. Çünkü ilgisini uyandıracak ortamı bulamamıştır. Bazı değerli profesörlerimizin özellikle bu konuda duyarlı olmamaları büyük kaybımız.

Bütün bir sayfaya yakın paragraf yapan, 6-7 satır uzunlukta cümle yapan, cümle içinde birkaç parantez ve nota gönderme veren profesörlerimizin tutumunu, hayretle ve üzüntüyle karşıladığımı da, burada belirmeden geçemeyeceğim.

Kitap okumayan bir topluma hitap ettiğimizi bilmeli ve hiç değilse TV’de gösterilen yazıları doğru yazmalı, konuşmaların anlaşılır olmasına ve doğru söylenişine dikkat edilmesini sağlamalıyız. Bunu başarmamamız için, kendimizden başka hiçbir engel yok!

Üzüntüyle izliyoruz ki halkımız okumuyor ve çok TV seyrediyor. Sanki eğitimini TV’den alıyor! Peki TV ne veriyor? Konuşulan konuların yarısından fazlası gündemin hiçbir işe yaramayan konularını kişisel yorumlarıyla seksen kere tekrarlayan profesörlerimizin, yüksek meslek elemanlarımızın konuşmalarına bir dikkat ediğiniz. Onları bir eğitimci kulağıyla dinleyiniz. Şayet ağızda gevelenen laflarla söylenenleri anlayabilirseniz duyacağınız, göreceğiniz; kızgınlık, hiddet, yanlış kurulmuş, tamamlanmamış cümleler, yanlış telaffuzlardır. Ve en kötüsü kişisel veya güdümlü düşüncelerin, sanki bir gerçekmiş gibi etki yaratmasıdır!

Eğer biz halkımızın bu çağdışı, ilkel eğitim kaynağından (!) öğrenerek ilerlemesini belliyorsak, daha çok bekleyeceğiz. Çünkü o gün hiçbir zaman gelmeyecek. Gelmemiş olduğu da zâten hâlimizden belli!

Ben zamanımın en iyi sayılan Lisesinde, Galatasaray’da okudum, iki tane çok iyi hocam oldu, o derslerden en iyi notu aldım. Yüksek eğitimde ise hemen hemen hiç olmadı, onların çoğunu hâlâ nefretle anıyorum. Bu suali herkes kendisine sormalı ve düşünmeli. Özellikle profesörlerimiz kendilerini sorgulamalı.

Biz olduğumuz yere, içine düştüğümüz sonun nedeniyle gelmedik, başından beri yapılan hatâlar ve yanlışlar nedeniyle geldik. Aynı tutumda yürürsek, yakınmak hakkımız bile yok.

Yanlış yapmış olsak bile, doğruyu yapmaya dönmek hem sorumluluğumuz hem de onurlu bir yol olur.

Kültür birbiriyle konuşabilen, bağlantı kurabilen kişilerle gelişir ve yayılır. Temel ilkeleri olmayan, konuların temelinde anlaşamayan insanların toplumu, ilkel ve çağdışı kalmaya mahkûmdur. Onlardan da hiçbir zaman kültürlü bir toplum olagelmez.

Bir yıl için plan yapıyorsanız, pirinç ekiniz,
On yıl için plan yapıyorsanız, ağaç ekiniz,
Uzun yaşam için plan yapıyorsanız, İnsan eğitiniz.”
Binlerce yıl önce söylenmiş bir Çinli bilge sözü.

Devam edecek.

Column: 3

 

 

About The Author