Türkiye’nin yeri

 

Son çıkan dört yazımda, çok zaman olayların temeline inemeyenleri, yüzeydeki ayrıntıların içerisinde kaybolan ana unsurları, önyargıyla yapılan yorumları, alınan hatâlı önlemleri açıklarken, bunların Ortadoğunun patlama durumuna gelmesine neden olduğunu belirttim.

Batı’da en sorumlu durumda olan kişilerin, bir değimle, ufak savaşlarla oyalanarak harbi kaybetmek üzere olduklarını görememelerine, en kritik anlarda ateşe körükle gitmelerine, hayret etmemek kabilmi?

Yurdumuzda son seçimlerden aldığımız sonuçlardan, din bakımından toplumumuzun yüzde altmışından fazlasının, radikal İslam anlayışıyla hiçbir ilgisi olmadığı bilinmektedir. Zaten asırlardan beri doğunun dincilerinin bize, “reformist” olarak baktıkları görülmüştür.

Demokrasi yolunda en çok mesafe kat etmiş olan çoğunluğu Müslüman ülkeyiz,  Seculer olan batı ülkelerin yanında, biz Fransa ile beraber, dünyadaki iki laik ülkeden birisiyiz.

Demokrasi ile idare olmamız, laik oluşumuz, Batı’ya olan yakınlığımız, ellerimizin kansız oluşu, hem de coğrafik yerleşimimiz bakımından, Türkiyey’yi bu iki kutup arasında belirmiş uçurumu köprülemeye yardım etmek için çok uygun bir duruma getirmiştir.

Diğer birçok ülkelerin aksine, tabii kaynakları bol olan Türkiye, ufak bir gayret, fedakarlık, ve kararlılıkla, kimseye muhtaç olmadan yaşabilecek durumda olabilecek imkanlara sahiptir.

Birçok Türk’ün yaptığı büyük hatâ, Batı dünyası kompleksi içerisinde, AB hayâli peşinde, kendi değer ve gücünü görememesidir. Bu kişiler, bir asra yakın zaman evvel yüce Atatürk’ün milletimizin gücünü görerek, en olumsuz şartlar altında, bütün batıya karşı koyup, yeni bir vatan yaratmanın, inanç ve arzu olduğu zaman, mümkün olduğunu unuttular. Bugün Atatürk’ün değerini yetirmeye çalışanlar, onun sade bir lider değil, herşeyi birden düşünebilmiş, yapabilmiş, dünyada eşi gelmemiş çapta, derin bir Dünya görüşüne sahip, çok yönlü bir bilim adamı olduğunu, kompleksi altında oldukları Batı’nın dahi onu tanıdığını, gençlere unutturmaya çalışıyorlar.

Bize yakın geleceğimizde kötü şeyler olursa, hafızamızın zayıflığından olacaktır. Kimseden akıl alamaya gerek yoktur, dünyanın en değerli akıl hocası Atatürk idi, onun prensiplerini, öğütlerini, unutmazsak, yolumuzu bulabiliriz.

Batı’nın ekonomik çıkarlarını korumamasını kınamak yanlıştır. Bizim de olduğu gibi, her milletin de kendi çıkarını koruması doğaldır. Milletler arasında dostluk yoktur, çıkarlar vardır.

Ortadoğunun geri kalmış olmasını, hele ayrı din inancında olmasını, cehalet, barbarlık, aptallık olarak düşünmek de tamamen yanlıştır.

Gaye ne olursa olsun, terör bir savaş yolu olarak kabul edilemez.

Tröre karşı sadece güç ile savaşmak da, sonuca varamaz.

Demokrasi ile, bilim ile, her dalda ileri gitmiş olan Batı ülkelerinden daha olgun ve düşünceli hareket etmeleri beklenirdi. Geri kalmış ülkelerin arzu edilenleri yapmadıkları için, Batı’nın insanâ yardımlarda bulunmayıp, yegane çareyi top tüfekte bulması, bunu insanlık, ve demokrasi adına yapıyorum havasına girmesi, utanılacak bir hatâdır, Ortaçağ düşünce tarzından faksızdır. İnsanlık tarafı zayıf olan, asıl gayelerini saklayarak hareket eden  güçler, imperyalisttir.

Hâlen Türkiye Cumhuriyeti büyük ölçüde bu utancın dışında kalmış yegane ülkedir, ve bu özel yerini bilmek sorumluluğunda olmalıdır.

Batı’ya, doğudaki bizimle din bağlılığı olan komşularımıza yaptılan temel hatâları anlatmak, o yolda olumlu önlemler almasını önermek, her yönden bizim de çıkarımıza olacaktır. Kendi çöplüğümüzün horozu olabildiğimiz zaman, hem batı’dan hem de Doğudan daha fazla saygı görürüz, ve yararlarımızı daha fazla elde ederiz.

Başkasının kanadının altında yaşamayı bu millet seksenbeş yıl önce ret etmiştir. Evvela bunu unutmamalıyız. Önderlik verilmez, alınır.

Türkiye önderliği yakalamak, ve uygulamak, Ortadoğu’da sulha yardımcı olmak zorundadır. Atatürk’ün dediği gibi “Yurtta sulh, Cihanda sulh” en verimli gayedir.

 

 

About The Author