Sorumluluklar (Geçen yazımın devamı)
Batının demokrasi yolunda önderlik etmiş olduğu yeri hak edebilmesi için evvela Müslüman ülkelerine karşı domogojiyi bırakıp, asıl gayelerini saklamayarak, dürüstlükle yaklaşması, belki felaketleri önlemek için atılmış bir adım olabilirdi. Geri kalmış ülkeleri aptal, cahil ve barabar olarak alımsamak ise, batının kısa görüşlülüğünün göstegerisi olmuştur. Herkezin kültür ve âdetlerine, ne şartlar altında olursa olsun, hörmet göstermek, batının bugünki seviyesine uygun olarak beklenen bir tutum olacaktır.
Bu şeffaflık olduğunda, Ortadoğu aydınlarının, ülkelerinin içinde zaten azınlıkta olan, çoğu şahsi hırs, ihtiras veya kinlerinin peşinde koşan, miili idolojiden yoksul grupları, barındırmayacaklarını göstermeleri mümkün olabilir.
Ne batı, ne Ortadoğu, ateşe körükle gitmekle hiçbir yere varamaz. Daha uygar ve bilime dayanan topluma sahip, demokrasiyi yıllarca yaşamış olan Batı, bu yolda hareket şeklini değiştirmek, ve öncü olmak sorumluluğundadır. Bu sorumluluk daha el kol kesen, yargılamak yerine taşlayan, kendini bomba olarak kullanabilen toplumlardan, beklenilemez. Beklersek olduğumuz yerde saymakla kalmaz, daha da kötüye gitmeye devam ederiz.
Avrupalıların asırlardır kendi içlerinde uygulamaktan kurtulamadıkları kancıklıkları, ABD’yi yanlız bırakarak, batının bölünmüş olmasına neden olmaları da, problemlerin boyutunu arttırmaktadır. Rusya dahil, birleşmiş bir Batı olmadan, yukarıdaki arzulanan olumlu tutumların bile kalıcı bir etkisi olamaz.
Ortadoğu halkı aşağılandıkça, idare edilmesi mümkün olmayacaktır. Aptal olmaktan çok uzak olan bu toplum, kendilerinin kullanılmakta olduklarını pekala bilmektedirler. Batı’nın yaptıkları istismarı gizlemeye çalışması, ters etki yapmaktadır.
Osmanlılar Ortadoğu yöresini dörtyüz yıldan fazla bir süre, zamanın imkanlarına göre sulh içerisinde tutmuş iken, Batı’nın kontrolüne girer girmez, bugün yaşamakta olduğumuz problemler doğmuştur.
Romalıların Musevileri dağıtmasından sonra, asırlar boyunca, taa 1948 e kadar bir İsrail devletinin tekrar kurulmamış olmasının nedenlerini araştırdığımızda somut bir cevap bulamamaktayız. Belki en mantıki yorum, dağılanların başka ülkelerde refah bulduklarından, nerede olsalar refaha erişmek yeteneğine sahip olduklarından, kaynaklandığı olabilir. İsrail’in eski toprakları üzerinde kurulmasını Nazilerin uyguladığı soykırımın doğurduğu ihtiyaca bağlamak da yanlış olmaz.
Ahmedinejatın İsrailin yok edilmesini istemesi, veya Avrupaya taşınmasını önermesi, artık gayet tabii mantıki bir istek olarak kabul edilemez. Ancak İsrailin komşuları olan devlerlerin çoğunun onun varlığını istememesini, hiç değilse problemin nedenine inebilmek için nazara almak akıllıca olacaktır.
Filistin’de Hamas’ın ikdidara seçilmesine karşı olan reaksiyonlar hala; -şunu bunu yapmazsan, şöyle böyle yaparız yolunda oldukça, batı ülkeleri konuya olan uzaklıklarını, anlayışsızlıklarını göstererek, yapılmış olan hataları tekrar etmekteler.
Son günlerde Batı yönünden gelen bu tür duyurular, yangına körükle gitmeye ilaveten, aradaki uçurumun daha da derinleşmesine neden olmaktadır, ve son fırsatlar da kaçrılmaktadır.
Terorizme aklıyla düşünen hiçbir toplum hoşgörü gösteremez. Terorizm ile mücadele şarttır. Fakat sadece güç kullanarak terorizmi yok etmek, hiçbir şekilde mümkün olamaz.
Terorizmi kabul eden kafaların değişmesini sağlamak, cehaleti bilgi ile değiştirmek, yegane yoldur. Bunu da ancak Batı servetini bomba atmak yerine, eğitim yapmaya harcamakla başarabilir. Zor kullanarak, bizim istediğimiz gibi olacaksınız demek, ilk okul talebesine bile yakışmayan bir cehalettir.
1998 yılında Başkan Clinton’a yazdığım bir mektupta, Saddam ve İran problemlerinin daha büyük boyutlara erişeceğini, bütün yörede bir numune olacak, olumlu atılmış bir adım olarak, Filistin’de eğitime ve sağlık alanlarında yardımların başlatılarak, okullar, hastahaneler açılmasını, alt yapının onarılmasını, önermiştim. İleride meyvasını toplayacağımız bu yatırımların, borç olarak değil, hibe olarak yapılmasının, bütün Müslüman alemine olumlu bir mesaj vereceğini savunmuştum.
Son yedi yıl içerisinde bomba olarak israf edilen yaklaşık beşyüz milyar doların, hiçdeğilse bir kısmı, şayet böyle yerlere kullanılsaydı, ABD’nin o zaman yüz milyarın altına düşmüş olan yıllıl bütyce açığı, bugünki 350 milyara yükselmemiş olur, harp sanayisinin getirdiğinden çok daha fazla verimli olurdu. Aynı zamanda da Ortadoğu bambaşka bir ABD ile karşı karşıya olduğunu görürdü.
Bügün biliyoruz ki, Müslümanlarla Batı’nın arasına girmiş olan uçurumun olmaması, baha biçilmez bir kazanç olurdu.
Türkiye büyük güçler ve Ortadoğu ülkeleri içerisinde hâlen yagane suçsuz kalabilmiş ülkedir. Dünyanın içinde bulunduğu patlamaya hazır durumunda, hiçbir gücün kanadı altına girmemeli, yeni yaklaşım yolunda, Batı’yla Doğu arasında önder olarak hareket etmelidir.
Son yorumlar