Titanic yanlışlar

Remove the row

Column: 1

 

Zamanının en büyük en yeni teknoloji ile yapılmış, en lüks, en hızlı, en güzel ve asla batmaz bilinen yolcu gemisiydi.  İsmi, büyük, kuvvetli ve güçlü olduğunu söylerdi. Sahibinin ufak bir yanlışıyla birkaç saat içinde battı. Onun yaptığı, kaptanının onu dinlemesi, Titanic bir yanlış idi!

Hitler birkaç ay sabırlı olup Rusya’ya kışa doğru hücum etmeseydi, atom bombasını bulacak ve bütün Dünyâya hâkim olacaktı. Acelesi, kurmaylarının onu dinlemesi, Titanic bir yanlış idi!

ABD örnek bir bütünlüğe ve yenilemez bir güce sâhipti, çok zaman yalnız bir fanila ve donla savaşan Viet Cong’a yenildi. İdeolojik inancın gücünü tanımaması, yöneten ve yönetilenler için, Titanic bir yanlış idi!

Osmanlı Padişahlarının Batı Rönesans’ına ayak uyduracaklarına, Din ulemalarını yönetime kattılar. Halk yerine, okumayan, okuduğunu anlamayan, düşünmeden söyleneni yapan, kolay yönetilen “ümmet” yarattılar. Hurafe ile Bilme karşı gelinemeyeceğini anlamamaları, sultanların da ulemasının da sonlarını getiren, Titanic bir yanlış idi.

1945-1955 yönetimi ABD ile bağımlılığa giden anlaşmalar yaptı. Köy Enstitülerini kapatılması, yapılana sessiz kalmak, ülkenin geleceğini yok eden Titanic bir yanlış idi.

1950 de Türkçe ezan Arapçaya geri döndü, tekkelere, tarikatlara yasak kalktı. Dinle aldatmayı, yobazlığı hortlatmak, yapılana sessiz kalmak, Titanic bir yanlış idi.

Vefatından daha on yıl geçmeden Atatürk ilkeleri unutuldu. Henüz hazım edilmemiş ideolojiler ve boş hayaller peşine koşulmaya başlandı. Yönetimlerin halkını tanımaması, bilgisiz hareket etmesi ne şekilde yapılmış olursa olsun, Titanic bir yanlış idi.

Titanic yanlışlar katlanarak büyüdü ve devam etti, bugün hâlâ çok büyük yanlışlar yapmaktayız!

Yanlışların neden ve nasıl yapıldıklarını zâten biliyoruz, onları bir tarafa bırakalım ve şu suali soralım:

Bunlar olurken halkımız neredeydi?

50’li yıllarda doğu dürüst liseler ve yüksekokullar vardı. Dışarıda okuyanlar da olmuştu, bilgili gençler ve deneyimli olgun kişiler vardı. Yobazlık henüz toplumu pençesine almamıştı. Yapılan yanlışların hepsi göz önünde yapılmaktaydı ve sonun nereye varacağı zâten geçmişteki örnekleriyle ayan beyan ortadaydı.

Neden sustular? Osmanlı’nın çöküşünü, Atatürk devrimlerini, yaşamış hattâ var oluşuna katkıda bulunmuş bir toplum ve toplumun okumuşları neden sustu?

O zaman yönetim düzeyinde olanlar Osmanlı varlığının, koskoca bir imparatorluğun, birkaç yıl içinde yok oluverdiğini yaşadıkları hâlde, o çöküşün tekrar başlarını gelebileceğini neden ve nasıl düşünmediler?

Atatürk’ün vefatıyla oluşan boşluğu doldurmaya, ilkelerini devam ettirmeye çalışmak yerine, neden onun yolundan saptılar?

Bu Titanic yanlış okumuşlar tarafından yapılırken, geri kalan halk neden sustu?

Değerli okurlarım Fransız devrimi yukarıdan aşağı değil, aşağıdan yukarıya yapılmış bir devrimdi. Başarılı ve devamlı olmasının nedeni de buydu.

Atatürk devrimi ise, bir kişiden olmasa da, birkaç kişinin katkısıyla, yukarıdan aşağıya doğru yapılmasına başlanmış bir devrimdi. Devrimi yapanlar onu yaratmadılar,  Atatürk’ü tâkip ettiler. Devrimler genellikle Atatürk’ün varlığına bağlıydı.

Devrimim kalıcı olması için Anadolu köylüsünün, yâni halkın kalkınması ve eğitimi hedef alınmıştı. Bu nedenle ilk fırsatta Köy Enstitüleri kuruldu. Eşi emsâli görülmemiş bir hızla başarılı oldu. İleri ülkelerin gıpta ve takdirleriyle kayıtlara geçti. Dünya onun değerini anladı, biz ise ABD zoruyla ilk fırsatta onu yok ettik!

Atatürk’ün amacı yüzyıllardır yok sayılmış olan halkı kendi yaşamı içinde eğitmek, kendini ve ülkeyi besleyen köylüyü yaratmak, onu kendini yönetecekleri seçme bilgi ve yeteneğine getirmek, ümmet yerine “halk” oluşturmaktı. 600 yıldır var olan bir milletten, var olmayan bir ülkeyi yaratmaktı.

Yeniden doğmakta olan halk mutluydu, okumuş kesimin çoğunluğu ise devrimleri yapmamış, yapıldığı için kabul etmek durumunda kalmıştı. Onların uyanması ve devrimi benimsemesi için zaman gerekti.

. Ama Atatürk zamansız vefat etti ve arkasından gelenler çıkarları nedeniyle acze düşerek devamını sağlamadılar, okumuş cehâlet geri geldi.

Değerli okurlarım, yapmakta olduğu yanlışları görmeyen, neden yaptığını anlamayan bir toplum, daha büyük yanlışlar yapar ve geleceğini yok eder.

Aynı kökten gelen bizler, çoğumuz ümmet olmaktan kurtulamayan bizler, büyük bir akıl tutulması içinde aynı yanlışları yapmaya devam ediyoruz.

1950 yılında ben 21 yaşındaydım. Ezan Arapçaya çevrilirken, Köy Enstitüleri kapatılırken sokaklara doldurup dur demedik. Onu diyecek temel kültürü almamıştık. Hızla çoğalan bir toplumda geleceğin temeli olacak gençlerin iyi yetiştirilmemiş olması, inanılmaz bir yanlış, yerine konulamaz bir eksiklikti. Yetişmekte olan gençlik Atatürk ilkelerine yönlendirileceklerine, toplumumuzun yapısına uymayan uç ideolojilere saptırıldılar. Okumuş câhiller tarafından yapılan bu Titanic yanlış, hiçbir zaman düzeltilemedi.

Bugün aynı durum devam ettiği içindir ki, toplumumuz içine düştüğü durumun olagelmesine seyirci kalınıyor.

Aynı zamanda da ortaya çıkan sorunlardan kalkındırmakta ve eğitmekte başarılı olmadığımız, hattâ batırmaya çalıştığımız köylüyü suçlanıyor.

Köylü hiçbir zaman suçlu değildi, bütün suç onları suçlamak densizliğini gösteren okumuş câhillerindi!

Ama bugünün çökmüş ortamında bile eskiden var olmayan büyük bir fark ve değerler var. Var olmasına rağmen doğru hareketin yapılmaması gene okumuş câhillerin af edilemez tutumu.

Column: 2

 

Mustafa Kemal Atatürk’ün “Basın, ulusun ortak sesidir. Bir güç, bir okul, bir yol göstericidir” dediğinin unutulması ve basının okumayan toplumumuz karşılarında iken, onun önerdiği görevi yerine getirmemesi Titanic bir yanlış.

50 yıldan fazla ABD’de bulunduğum sürede hiçbir başkanın ülkedeki 4-5 ana gazetenin birkaçı tarafından desteklenmeden seçildiğini, hiçbir konunun o gazeteler gündemde tutmadan çözüme kavuştuğunu görmedim. Milli konularda basın taraf tutmadan görevini yapıyordu.

Basınımız habercilikle, köşe yazarlığını ve oturumlarda konuşulanları birbirinden ayırmadığı için, çok zaman haberlerin tekrarıyla değerli vakit ölüyor. Benim gibi birkaç yazarın defaten dile getirdiği ana konular gündemde tutulmadığı için, çözüme kavuşamıyor.

Atatürk’ün “Bağımsızlık ve özgürlük karakterimdir” dediğini ve bağımlı olmamızın en büyük sorunumuz olduğunun ve bağımlı oldukça başkalarının isteklerine boyun eğmek zorunda olacağımızı, 20 yıldır yazıyoruz.

Enerjide bağımsız olamadan, bağımsız olunmayacağını ve bütün diğer sorunların düzelmesine yol açacak önem taşıdığını:

Güneş enerjisinin sanayi kuruluşlarında şart olması ve teşvik görmesi gerektiğini,

Konutlarda sübvansiyon ve kurum kolaylıkları ile teşvik görmesi gerektiğini,

Güney illerimizin kullanılmayan Güney yamaçlarında Fotovoltaik panellerle büyük çiftlikler kurulması gerektiğini,

Aynı bölgelerde panelleri üreten fabrikalar kurarak, içte kendi ürünlerimizi kullanmayı, Dünya piyasasında da yerimiz kapmayı,

Parti ileri gelenlerine, gazetelere, yazarlara, halka, sizlere yazdığım hâlde yankı ve katkı alınmaması, neden çözüme erişmemiş olduğumuzun örneğidir. Haber tekrarlamakla yetinip ana sorunlara odaklanmayanlar, sorunların parçasıdır. Partilerin ve basının halktan kopuk olması Titanic bir yanlıştır.

Çünkü halkın var ve etkin olamayacağı bir ortamda, istediğini yapan bir yönetin vardır. Bu varlığa göz yuman halk da sorunun bir parçasıdır ve olanlardan şikâyet etmeye hakkı yoktur. Bu yanlışı görmemek ve doğruyu yapmayı, yanlış yapmak isteyenden beklemek, en azından cehâlettir.

Bize gaz ve petrol satanlara bağımlı oldukça ekonomimizin alınan yetersiz günlük önlemlerle düzelmesini ümit etmek, kalıcı bir çözüm getirmez.

Yarın Rusya Ukrayna’ya girse ve NATO üyesi olarak taraf seçmek zorunda kalsak, seçmediğimiz taraftan bize konan ambargoların ülkemizdeki, sizin kendi yaşamınızdaki etkisini düşünmemek ve olagelmesini beklemek Titanic bir yanlış. Af edilmeyecek bir zayıflık ve cehâlet.

Halkımızın, yâni bizim, yıllardır yapılmayanları iktidarların yeteneksizliklerine vererek, tenkitle yetinmenin bizim kendi affedilemez eksiğimiz olduğunu artık anlamalıyız.

Bilmeliyiz ki, yönetimler iyi olsa zâten sorunlar olmaz. Esas sorun bizim iyi olup olmadığımız. Biz iyi olsaydık, doğruya yapmış olsaydık, yâni elimizi taşın altına koyarak, denetim sorumluluğumuzu kullanmış olsaydık, başımızda doğruyu yapanlar olurdu.

Halkıma sesleniyorum:

Doğruyu yapmayanlardan, yapamayanlardan, şikâyetle yetinerek, doğru yapmalarını beklemekten ne zaman vaz geçeceksin?

Özlemle beklediğin Cumhuriyet sisteminde seçeceğin kişileri senin belirlemen gerektiğinin ve seçtiğin kişilerin denetim sorunluğunun kademeli olarak sende olduğunun, bilincinde misin?

Sen sustukça, yanlış yapılanların ve yapanların var olacağını 80 yıldır hâlâ anlamadın mı?

Atatürk ilkelerinde, diğer ülkelerin gıpta ile bakmış olduğu, batı ülkelerinin korku ile izlediği Kemalizm’de, senin arzulayabileceğin laikliğin verdiği din serbestisinin, yeteri kadar sosyalizmin, milliyetçiliğin, halkçılığın ve devrimciliğin olduğunu hâlâ anlamadın mı?

Sağ sol peşinde koşarak ayrılım yaratmanın 80 yıllık uğraşına rağmen, hiçbir olumlu yaşam getirmediğini hâlâ anlamadın mı?

Ülke olmak için, bağdaşmış bir toplum olmamız gerektiğini hâlâ anlamadın mı?

Birlik olmadıkça, bölünmüş toplum kaldıkça, dış güçlere yem olduğumuzu hâlâ anlamadın mı?

Adı Türkiye olarak üstünde olduğumuz bu topraklarda binlerce yıldır beraber yaşayan bir halk olduğumuzu ve ırk ayrılıklarını öne çıkarılmasının bizi parçalamak isteyenlerin tuzağı olduğunu, hâlâ anlamadın mı?

Sen sen olmadıkça, sen olmanı başkasının yapmasını bekledikçe, isteklerinin yerine gelmeyeceğini, hâlâ anlamadın mı?

Başkasının yok etmesini istediğin zorlukların, sıkıntıların oluşlarına seyirci olmuşken, sen sorumluluğunu yerine getirmediğin için onların var olduğunu hâlâ anlamadın mı?

Aziz halkım, şâyet benim kadar uzun yaşamış olsaydın 80 yıldır aynı ve benzeri yanlışların yapıldığını, aynı imkânsız beklentilerin tekrar ettiğini, benzeri yeteneksizlerin tekrar başa geldiğini görürdün.

Ve sen, ortada olmayan sen, kendi yaşamını düzenlemek için çalışacağına, onu başkasının yapmasını beklediğini görürdün.

İçinde olduğun ortam ve durumda, Atatürk’ün yüzlerce öngörüsü ve uyarılarına rağmen kalkınmayı, daha iyi bir yaşamı, başkasının sana yapmasını bekledikçe bu ülke kalkınamaz.

Eğer hep beraber tekrar Anadolu halkını yaratmayı ön plana almazsak ve bunu çıkarlar için değil, ülkenin geri kazanılması için, bir var olma savaşı olarak yapmazsak, özerk bir ülkemiz olmayacak.

Yaşadığın sıkıntılar ve çöküşe rağmen, sen hâlâ bağımsızlığın ön şart olduğunu anlamadınsa, bil ki aynen benim izlediğim gibi sen de 80 yıl sonra aynı şeyleri göreceksin. Ama benim gibi hür olmayacak, esaret altında ezilmiş olacaksın.

Aynaya bakmayan bir toplumun da hak ettiği zâten bundan başka bir şey olmaz.

Sen yoksan halk yok, halk yoksa ülke yok.

Senin ülken, senin hayatın, ya varsın ya yoksun. Sen özgür olarak yoksan, özerk bir ülken de yok!

Bu kadar açık.

Column: 3

 

 

 

 

About The Author