Yeni Dünya düzeni bizi nereye götürüyor? Biz neyiz?

Remove the row

Column: 1

Biz neyiz?

       40’lı yıllarda Hukuk Ord. Prof. Şükrü Baban üniversitede ders sırasında bir kız öğrencisine sorar:  –Kızım sen mal mısın, metâ mısın? Kız hiç şaşırmadan hemen örnek bir cevap verir: – Kullanışa göre değişir, hocam!
      Gençlerin bilmediği bu fıkrayı şimdi hatırlamamın nedeni, aşağıdaki sualim:
      Biz insan mıyız, kurgulanmış bir robot mu? Neden sorduğumu da şöyle anlatayım:
      İnsanlar artık cep telefonsuz tuvalete bile gidemiyor ve uzun yıllar kullanabilecekken iki yılda bir değiştirmezlerse, kötü hissediyorlar.
      3 yaşından, gözleri görmeyinceye kadar, herkesin elinde bir tablet var. Onun da her yıl yenisini almak sanki farz oldu. Nedeni sorulduğunda da, –Daha hızlı çalışıyor cevabını alıyoruz. Sanki çok değerli şeylere vakit harcayan bir toplumuz da, 3 saatte on dakika daha çabuk sosyal medya izlenecek te, allâme olmaya vakit kalacak! Aletler atılıyor ve bizi dışarıya bağımlı yapan milyarlarca Dolar dövizimiz ziyan oluyor.
      Otomobil kullandığımız araçlar içerisinde hemen hemen en pahalısı. En sağlamı da olmasına rağmen, iki-üç yılda bir değiştirenlerin sayısı, değiştirmeyenlerden fazla.
      Sıralamaya devam edersem, biliyorum, sıkılır okumazsınız, onun için her şeyi sayacak değilim ve bir itirafta bulunacağım: Benim telefonum en az 6-7 yıllık, bilgisayarım en az on yıllık, ABD’deki arabam 1988 model, Türkiye’deki 2005 model, 1962 yılında alınmış Church marka ayakkabımı kullanabiliyorum, ………, işte bu nedenle de ben bu çağın bir acubesi olmalıyım!
      Biz neyiz diye sordum, çünkü biz artık bir sömürü düzeninin, düşünmeden itaat eden robotlaştırılmış kuklalarıyız. Ne derlerse onu yapıyor, ne görmemizi isterlerse, onu görüyor, ne almamızı isterlerse, onu alıyoruz.
      Paçaları genişlettiler, ayakkabılarımızı göremedik, daralttılar şimdi ayağımız içinden zor geçiyor. Eskiden sakalı uzamış gezmek ayıptı, eğer ofise öyle gelmeye devam ederseniz kovulurdunuz. Şimdi çok kişi sanki güzelmiş gibi, tıraş olmamışa benzeyen bir suratla dolaşarak gönlümüz karartıyor.
      Yarın herkes Yul Breynner gibi kabak kafalı dolaşmaya başlarsa, ben hiç şaşmam.
      Biz artık düşünmeyen, uyan, laf dinleyen ve sorgusuz etki altına giren, ipleri bizim canımıza, mutluluğumuza, kişiliğimize değer vermeyen birkaç büyük sermayenin, basit bir

Column: 2

robotuyuz. Görevimiz, nereye çekilirse oraya yönlenerek, bekledikleri harcamaları yapmak.
İlaçların bir kısmının önce bizi hasta etmek sonra iyi etmek için yapıldığını, birçoğunu almaya hiç gerek olmadığını düşünmüyoruz.
Yediğimiz gıdaların artık çoğunun GDO’lu olduğunu ve bizi kanser yaptığını bir kısmımız bildiği hâlde, hâlâ dur demiyor ve satın alıyoruz.
Ne arabamızı, ne telefonumuzu, ne eşyalarımızı iki yılda bir değiştirmek için borca girmemizin doğal olamadığı, hattâ akıllıca olmadığını düşünmüyoruz.
Çünkü aklımızı değiştirdiler, düşünmemizi istemiyorlar. Bu gereksiz şeyleri yapmak için de ülkeler parçalanıyor, milyonlarca insan yok yere ölüyor.  Bütün olanlar bizim kapımızdan içeriye girinceye kadar, gazete haberi! Sormak gerek –Biz hâlâ insan mıyız? Vicdanımız var mı?
Uyuşturucu kartellerinin artık yönetimler tarafından göz yumulan uluslararası bir iş sahası olduğundan, ancak kendi evlatlarımıza bulaşınca yakınıyoruz. Hattâ ancak o zaman umursuyoruz.
Mutlu olmanın ne kadar zorlaştığının farkında değiliz. Şimdi yetişmekte olan gençleri bir düşünün, onların mutlu olacaklarını sanmak yolunda yapmaları gereken, almaları gereken, öğrenmeleri gereken, zamanımızda bize gerekenlerin en az on misli! Yaşamları zorlaştı!
Hadi diyelim ki bu sömürücülerin insafı ve vicdanı yok. Bizin aklımız da mı yok?
Bizim Afrika’dan ABD’ye getirilmiş esirlerden farkımız ne biliyor musunuz? Bize yaptırdıkları; zorbalıkla değil, bizi memnun olduğumuz inancına vardırarak yapmaları! Biz mutlu olmak yolunda çırpınan, git gide daha az mutlu olabilen uslu esirleriz. Onların dümen suyunda gittikçe de, hayâtının çoğunu yaşamak için çabalayan, amma yaşamaya vakti kalmayan, zavallı esirleriz. Hem de hiç gereği yokken!
Doğal gerekesilerimiz için olanı biz seçmeliyiz ve gerisine dur demeliyiz. Demek için de yegâne engel, kendimiziz, onlar değil!
Bize sundukları yeniliklerin (!) yüzde 90’ı 60’lı yıllara kadar yoktu. Hiç kimse de, ne sokakta yatıyordu, ne aç ve susuzdu, ne de bir yere gitme sorunundaydı, …, hayat daha sâkin olarak devam ediyordu. Mutlu olmak ta daha kolaydı.
Kısacası: bu yeniliklerin birçoğunu mutsuzluk pahasına almak, kullanmak, değiştirmek zorunda değiliz. Arzumuz başkalarını zengin etmek değil, mutlu yaşamak olmalı.
En önemli varlığımız kendimize olan saygımız değil mi?

Column: 3

 

 

About The Author