Öz eleştiri!
Kendi yanlışlarımızı, eksikliklerimizi kabul etmeyen, hatta görmeyen ve el ele çalışmasını bilmeyenleriz. Her nekadar kabîle sınıfını aşmışsak da, henüz topluluk olmaktan ileri geçemedik. Bazı kollarda bizi başarılı yapan üstün becerikliliğimiz, bizim çağdaş bir toplum olma sınıfına girmemiz için yeterli değil. Çağdaş toplum olmak için, çağdaş ve kaliteli eğitime ilâveten, beraber çalışabilmek, fikirleri paylaşabilmek, danışma akıllılığında olmak gerekiyor.
Bizim en başarılı olduğumuz alan ise, şikâyet! Her şeyi bilmek zorunda olduğumuzu sanıyor, çok zaman da bildiğimize inanıyoruz. Herşeyden şikâyetle yetiniyoruz. O da yetmiyor, herşeye karşı çıkıyoruz.
Şikâyet ettiğimiz konular hakkında, öğrenmeye de, birşey yapmaya da gayret etmiyoruz!
Acaba demek, yok. Sorgulamak, yok. Amma ve hayır demek, çok bol.
Yazılanların, konuşulanların büyük bir kısmı, aynı sorunları tekradan ve bir işe yaramayan yakınma’dan öteye gitmiyor. Hiç bir yere varmayan, laflar ve yazılarla değerli vakitler öldürülüyor.
Çare üreten, yapılan önerileri gereçekleştirmek için katkıda bulunan, bir araya gelmeye çalışan, beraberlik arayan, elini taşın altına koyan çok az!
Yapılan büyük hatalardan biri, başkasını suçlamakla yetinmek. Bunun bizi akladığını, sorumluluğu üzerimizden aldığını sanıyoruz. Kendimiz aldatınca başkalarını da aldattığımızı sanacak kadar geriyiz. Palavra, böbürlenme bol, amma hâlâ çağdaşlığa yaklaşamadık. Becerikli bir 19. Yüzyıl topluluğuyuz.
“Kişi kusurun bilmek kadar irfân olamaz” sözü, o zaman da var olan bu noksanlığımız için söylenmiş. Yüz yıllardır hâlâ kendimizi tanıyamamışız. Yanlışımızı kabul edecek, kendimiz eleştirebilecek düzeye gelememişiz.
Kendimi bildiğim yetmişe yakın yıldan beri izlemim:
Her var olan yönetimin eleştirilmesi, yerden yere vurulması.
Yenisi geldiğinde, eskisinin içindekilerin de aynı şeyi yapmaları.
Yâni hep suçu, beceriksizliği, umursamamazlığı, bananeciliği, yanlışları, başkasının üstüne atmamız.
Hep başkası suçlu!
Yapılmış olan hataları, yapılmayan kaçınılmazları, göremiyoruz. Bu nedenle de, çok zaman yerimizde sayıyor, bazen de geriye gidiyoruz. Körlük arttıkça, düşüş de büyük oluyor.
Yönetim sorunları çözülse bile, bu olduğunda elimizde kalan topraklarda özerk, özgür ve karnı tok yaşayabilmek için bugünden yapılması gereken kaçınılmazlar var. Bunlar bir ülkenin olmaz, olmazları. Yapılmazsa, son felâket, son açlık ve esaret.
Yurdumuz uzun yıllardır kuşatma altında, parçalanmaya doğru sürekleniyor. Amma, asıl çaresi kalmayacak olan kuruma, içimizden kaynaklanıyor. Kuraklık kapının arkasında!
Bu yıl Karadeniz bölgesinde yağışın %80’den fazla artmasına karşılık, geri kalan bütün bölgelerde % 50’lilerden %90’ları geçen azalma var. Dereler, göller, barajlar kuruyor. Tahıl filizlenemiyor. Her yıl artan bu değişimler, yıllardır haber verilen kuraklığın gelmekte olduğunun kanıtı.
Yağmur duasıyla bir yere varılmaz. Olmaz olmazlar için önlem almak da para ile hesap edilmez.
Ölüm kapıya dayanırsa, parayı da verseniz kurtuluş kalmaz. Felâket yerleşmeden önlemlerini uygulamak gerekiyor. Başka yol yok!
Ağaçlandırma, erozyonu engelleme ve benzeri uzun vadede alıncak önlemler bu âcil duruma çare değil. Onlar yapılmalı, amma şimdi hastalığa göre ilaç vermek gerekiyor. İlaç varken almamak da akılcıl değil.
10 Eylül tarihli Kuraklığı önleyebiliriz isimli yazıma birçok uzmandan yankı gelmesini bekledim. Olmadı. Bakan’a göndermek istedim, varmadı. Kullanılmadan denizlerimize dökülen suları ne pahasına olursa olsun kullanmamız gerektiğini anlatmaya çalıştım, kör gözlere, sağır kulaklara gitti. Onay değil, ilgi, katılım, birleşerek çalışma, uzmanların ilgisini bekledim. Gelmedi.
59 ilimizde yağışlar yarı yarıya azalmış. Normal zamanlara göre %58’den, geçen yıla göre ise %75’den fazla azalmışken, toprağın kuruluğunun daha derinlere gittiğini, yer altı kaynaklarının kuruduğunu, yer altı su seviyesinin gittikçe düştüğünü anlamak çok mu zor. Elin yanacağını anlamak için ille de ateşe mi tutmak gerekiyor? Bu nasıl bir cehâlet, nasıl bir vurdumduymamazlık?
Bu bir parti sorunu değil, 78 milyonun tümü için, var veya yok olma sorunudur. Biz beraber çalışmaz, el ele vermezsek, bizi ne AB, ne ABD, ne de Rusya kurtarır. Zaten onlar bizi bir lokmada yutmaya hazır, bekliyorlar.
Tekrar sesleniyorum, tek elden ses çıkmaz, sayın uzmanlar, sayın profesörler, sayın yazarlar, sayın vatanseverler, iş işten geçmek üzere, neredesiniz? Bu cânım topraklar kuruyor!
Son yorumlar