Afet mi? Cinayet mi?
Cumhuriyet gazetesi, Bilim ve Teknoloji eki, sayfa 18, 20 Haziran 2014
Eski rayda hızlı tren can alıyor, çürük kalıp can alıyor, bakımsız maden can alıyor, üstü açık çukur can alıyor, çürük yapı can alıyor, otoban can alıyor, sel can alıyor, kızan koca can alıyor, hangi yüzyılda yaşadığımızın farkında olan var mı? 21. yüzyılda 18. yüzyıl kafası ile ancak böyle yaşanacağını hâlâ göremiyoruz. Bir kaç cenerasyonun yüksek okulu bitirmesiyle, uygar ve çağdaş olunamadığını, hâlâ anlayamadık. Okul açmanın, (adam) yetiştirmeye yeterli olmadığını da, hâlâ öğrenemedik. Biz nasıl bir ülkeyiz ki……?
Son haftalarda olagelen yoğun can ve mal kayıplarının nedenlerini irdelerken, Türk Dil Kurumu sözlüğünde, ÅFET için “Çeşitli doğa olaylarının sebep olduğu yıkım”, FELÅKET için de, “Büyük zarar, üzüntü ve sıkıntılara yol açan durum, yıkım, belâ”, dendiğini hatırda tutalım.
Irmaklar ve dereler, binlerce yıldır var. Irmakların ve derelerin taşma yatakları da, binlerce yıldır var. Bu yatakların boyutlarına bakarak, geçmişte suların nekadar kabarabildiğini görebilmek için de, kör olmamak yeterli. Bu yatakların bir neden için oluştuğu da belli. Onları daraltmak, yer altına sıkıştırmak, hatta yok etmek, insan oğlunun cehâleti. Irmakların ve derelerin bazı yıllarda yataklarından bile dışarıya taşmaları da, ender de olsa, olagelen bir gerçek.
Bu nedenle uygar toplumlar sel felaketlerine mâruz kalmamak için, artık önlemlerini 100 yıllık verileri hesaba katarak alıyorlar. Doğal olaylar bu yüzyıllık sınırları aştığında da, önlemlerin sınırını yeni verilere göre yüksetiliyorlar.
İnsanoğlu her yöreye ırmaklardan ve derelerden sonra geldi. Yerleşim alanları onların varlığından sonra kuruldu. Yollar, meydanlar, konutlar, köprüler, sonradan yapıldı. Bazıları yamaçlara, bazıları ise, bile bile, çukur yerlere yapıldı. İnsan eliyle oluşmuş bu yapılar, artık Doğa değil. Yanlışlıklar yapıldıktan sonra; köprüyü, yolu, konutu, sel götürdü deyip sızlanmak yerine, -Ben bunları yanlış yere yaptım, ben yanlış yaptım, demek daha gerçekçi olur.
Irmakların ve derelerin yataklarını daraltarak, hatta yok ederek yapılan oturum alanlarının su altında kalması, bir felâkettir, amma kesinlikle, âfet değildir. Bu felâket insan yapımıdır ve şayet can kaybı varsa, kazâ, alın yazısı, fıtrat, kader falan değil, düpedüz cinayettir.
Şehirlerde, kasabalarda, köylerde yapılan yolların eğilimleri, kendi üzerlerinde oluşacak yüzyıllık fırtına suyunu, etrafına zarar vermeden taşıyabilecek nitelikde değilse; yüzyıllık fırtınada oluşacak suyu taşıyacak alt yapısı ve alt yapıya yönetecek yeterli regarları yapılmamışsa, oluşan zarar ve ziyan doğa âfeti değil, insan’ın neden olduğu felâkettir. Can kaybı varsa, gerekenleri yapmayanların neden olduğu, cinayettir. Mal ve can kaybının sorumlusu da, devlettir.
Bazı doğal afetler ilk defa olduğunda önüne geçilemeyebilir. Çoğunun ise, önlemlerini almak kehânet olmaktan çıkmış, ilerlemiş Batı yönetimlerinin, bilim dalı ve kuralları olmuştur. Aynı âfetin tekrarında ise, yeni önlem alınmamışsa, artık bu da âfet olmaktan çıkar, insanoğlunun umursamazlığından, cehâletinden, aldırmazlığından doğan, felâket olur. Sorumlusu insan, suçlusu da, gereken yöntemleri almamış olan yetkililer olur.
Sel sularının bir de yöreyi, denizleri ve gölleri kirletme boyutu var. Uygar ülkeler artık bu nicelik yönünü de kontrol altına aldı ve yöreden gelen pis suların, denizlere göllere, pisliği durulanmadan kontrolsüz dökülmesini, önlüyorlar.
Yağmur sularının yönetimi ABD’de, (Storm Water Management) ismi altında yapılaşmanın kaçınılmaz ön şartı olarak uygulanmakta. Bu kurallara uyulmadıkça da, hiçbir ruhsat verilmiyor, hiçbir yapılaşma gerçekleşemiyor.
Bu konuyu ayrıntıları ile, bu sayfalarda, birçok defa yetkililerin dikkatine getirdik. Önlem bilgilerini sel felâketine uğramış birçok bölgeye, gönderdik. Bilgiler, arzu edene her zaman bedelsiz var. Gönderdiğimiz yerlerin hiçbiri, çağdaş bir önlem almadı. Can ve mal kayıpları devam ediyor, olan da zavallı vatandaşa oluyor. Yetkililer neden oldukları felâkete, hâlâ âfet diyor, kimse de sorgulamıyor.
Medya’da sıcak olmadıkça haber, haber değil, bilginin de çok zaman yayım değeri yok, herkes de felâkete, âfet demekte berdevam. Yetkililerin de, henüz hiç bir olayda, suçlu olduğunu görmedik. Suçlu daima: Doğa, aşırı yağış, ırmak, dere, çay, ray, çukur, iskele, miskele….!!!
Suçlunun, dolaylı olarak da olsa, kendimiz olduğunu anlamazsak, hiç bir zaman, hiç bir yere, varamayız. Yetkililerin yıllardır olagelen şeyleri sanki bugün ilk defa olmuş gibi karşılamanın arkasına saklanmalarını, artık kimse yutmasın.
Olanlar yıllardır tekrar ediyor, yeni oluşan bir sorun değil. 40’lı yıllardan beri bütün başa gelenleri de biz kendimiz seçtik. Kendimizi içine düşürdüğümüz bu cehalet çukurundan çıkarmak, vatandaşımıza ve insanlığa karşı, hepimizin sorumluluğu.
İktidar sorunları değerlendiremezken, muhalefet sade iktidarı suçlamakla vakit öldürerek, çözümlere katkı yapamazken, biz ileri değil, geri gidiyoruz.
40’lı yıllardaki gibi, özgür, onurlu ve gelecekten umutlu olmanın, hasretini çekiyoruz.
Felaketleri bir siyaset aleti yapmamalı, bu yanlışlıkların yıllardır olageldiğini ve sadece bir partinin yanlışı olamadığını bilmeli ve gereğinin yapılmasında ısrarlı olmalıyız. Düzeltmeler medyanın ısrarlı ve devamlı yardımı olmadan, gerçekleşemez. Çünkü, bizimki gibi olgunlaşmamış toplumlarda, “Hâfızai beşer, nisyan ile mâluldür”.
İnsanının hayatına değer veren uygar toplumlar, teknoloji ve akıl kullanarak önlemler alıyor. Bilgiler sır değil, hepsi kitaplarda yazılı. Onlar da bu bilgilerden kurallar yaptılar, yetkilileri de kurallara eksiksiz uymakla yükümlüler. Aksi halde can ve mal kaybından doğrudan sorumlu oluyorlar.
Uygar ve çağdaş olmak için bilgiyle hareket etmekten başka yol yok!. Bunu anlayıp, tümüyle uygulamayı sağlamadıkça, hepimiz bu cinayetlere suç ortağı olmaktayız.
Biz nasıl bir ülkeyiz…?, sorusunun cevabı, -Gerekenleri yapmadıkça, -Biz bir ca….. ülkesiyiz’den başka, ne olabilir ki!.
Turgut A. Karabekir, Y. Mimar, AIA
Son yorumlar