Bağımsızlığımız
Cumhuriyet gazetesi, Starateji ilavesi, 19 Mart 2007
Yayımlandıktan birkaç gün sonra TV’d, KanalTürk’de Gerçekler programında E. Orgeneral Kemal Yavuz tarafından tamamı okunmuştur.
Uluslararası ilişkilerin küresel bir boyuta eriştiği ortamda, Türkiye de yaşamını kendi başına sürdüremez. Her bakımdan, dış ilişkilerini kendisine en faydalı olacak şekilde devam ettirmek zorundadır. 21. yüzyılda başarı, bunu egemenliğini yitirmeden yapabilmek olarak beliriyor.
- Dünya Savaşı’nı borç almadan atlatan, 1953 de Osmanlı’dan kalan son borcu bile ödeyen Türkiye, çok parti sistemine zorlanmasıyla birlikte, yavaş yavaş bağımlı bir ülke haline düşürüldü. Hedef Türkiye’nin Batı tarafından kolaylıkla kullanılabilmesidir.
Sıcak para sanal ekonomisi
Kalkınma modeli olarak, Dünya Bankası (DB) tarafından yolun dış pazara açılıp ihracat olduğu önerildi. Bunun için gerekli üretime yetecek kredi temin edilmesinin ardından, DB ve IMF tarafından devlet destekleme alımlarının, tarım sübvansiyonlarının, düşük faizli kredi uygulamalarının, kaldırılması şartı dikte edildi. Bu suretle tarımcı kendi kaderine terk edildi. Alınan krediler üretime yönelik olarak kullanılmadığından sanayileşme gelişemedi, tarım da kısa sürede gerilemeye başladı. Kendisine yetersiz hale gelince de, ithali arttırmak zorunluluğu doğdu. İhracat artsa da, ithalat daha fazla arttı, farkı karşılamak için alınan borç gittikçe büyüdü. Sonunda da borç taksitlerini ödeyebilmek büyük bir yük oldu. Sıcak para sanal ekonomisi yerleşti.
Eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger “ABD’nin yiyecek silahı, Arap petrol kartellerinin elindeki ‘petrol silahı’ ile boy ölçüşecek durumdadır” demişti. Halen dünya tahıl ticaretinin yüzde seksenini karşılayan ABD, büyük bir kitlenin ekmeğini sağlamaktadır. Gelişmiş ülkeler kendileri dışında herhangi bir ülkenin tarım alanında rekabete katılmasına engel olmaya çalışıyorlar.
Tarım yetersizliştirildi
En kötü bağımlılık, tarım ve hayvan ürünlerini dışarıdan almadan nüfusunu kendi olanaklarıyla besleyememektir. Türkiye 1970’lere kadar kendini besleyebilen 7 ülkeden birisiydi. Ellili yıllarda buğday ihraç ederken, ABD/AB yönlendirmeleriyle kasıtlı olarak tarımdan uzaklaştırıldı.
Başta ABD olmak üzere bütün Batı ülkeleri çiftçisine yardımcı olurken, bizim tarımımız sübvansiyonların kesilmesiyle her geçen yıl gerileyerek bugünkü yetersiz hale geldi.
AB ile 1998’de yapılan anlaşmaya göre: Türkiye, et başta olmak üzere, AB’de sübvanse edilen tarım ürünlerinin sıfır gümrükle ithalini kabul etti.
Cenevre’de Dünya Ticaret Örgütüyle (DTÖ) Temmuz 2004’de yapılan anlaşmaya göre: Türkiye DTÖ’ye üye ülkelerden gelen tarım ürünlerinden gümrük vergisi almamayı da kabul etti.
Artık Türkiye’de tarım değil, tarım ürünleri ithalâtı destek görmektedir.
ABD ve AB’de biyoteknolojiyle geliştirilen tohumlara bir gen eklenerek genetik yapısı değiştirilmekte, bu tohumlardan elde edilen bitkiden tohum alınamamaktadır. İthâl edilen tohumları kullanan Türkiye, her yıl yeni tohum ithâl etmek zorunda bırakılmıştır. Son beş yılın değerlendirilmesi dikkate alındığında artık Türkiye buğday ve tohum ithalâtçısı olmuştur.
Türkiye’de 22 yılda nüfusu yüzde 54 artarken sağılan hayvan sayısı yüzde 40 azalmıştır. AB’de verimlilik; şeker pancarında 1.5, tütünde 2.4, buğdayda 3 kat, süt verimi 3 kat, ortalama karkas ağırlığı 1.7 kat, Türkiye’den daha fazladır.
Türkiye’nin işlenmiş tarım ürünleri ithalatında AB’nin payı yüzde 90 dolayındadır. AB, ekonomisinin yüzde 5’ine karşılık gelen tarım sektörüne, bütçesinin yüzde 50’sini aktarmaktadır. Türkiye’de ise tarıma yönelen toplam desteklerin GSMH’a olan oranı sadece yüzde 4.3’tür. Buna göre 2001 yılında AB’de çiftçi başına tarımsal destek 5,700 dolar, Türkiye’de ise 280 dolardı. Yani AB çiftçisi 20 kat daha fazla desteklenmişti.
Tarım’da açık pazar
Ortak Tarım Politikasının (OTP) kuruluş aşamasında dışarıya bağımlı olan AB, 1970’li yıllardan beri bazı ürünlerde fazlalık sağlamıştı. Türkiye ise IMF ve DB’nın dayatmalarıyla girdi, kredi ve fiyat destekleme sistemini kaldırarak, AB’nin istediği doğrudan gelir desteği sistemini, kabul etti. Bu politikanın temel amacı Türkiye tarımını ümitsizliğe düşürmek, çok-uluslu tarım ve gıda şirketlerinin açık pazarı haline getirmekti.
Türkiye’nin AB müktesebatında önemli yeri olan OTP’nin bütçesinin 2014 yılına kadar kapatılması nedeniyle, Türkiye’nin uyum sağlayabilmesi için gereken yıllık 21 milyar Euro’yu alması mümkün olamaz. Bu nedenle de ne hazır olabilir ne de çiftçisini, AB tarafından zorlanan şartlar altında, içine düşmüş olduğu sıkıntıdan kurtarıp AB standartlarına getirebilir.
AB üyelik sürecinde ortaya çıkan 06 Ekim 2004 ilerleme raporu ve 17 Aralık zirve kararı çerçevesinde, tarımsal sorunları ele alan TEMA Vakfı raporunun aşağıdaki özeti durumun vahametini gösteriyor:
* Üyelik dışı “özel statü” altında, ağırlaştırılmış derogasyon şartlarıyla tarım alanında Türkiye hiçbir zaman diğer üyelerin olanaklarına erişemeyecektir.
* Kendileri aynı gayede yıllar ve büyük kaynaklar harcadıkları halde, kırsal nüfusu yoğun Türkiye’de işletme sayısının ve ölçülerinin AB standartlarına indirilmesi istenmektedir. Nüfusun tarımdan sanayiye kayması için diğer sektörlerin istihdam yaratacak şekilde gelişmesi gerektiği bilmezden gelinmektedir. Başka bir deyimle, çiftçinin aç kalacağına önem verilmemektedir.
* Tarım ürünü gümrük tarifelerimizin sıfırlanmasıyla, ülkemiz açıkça, yüksek verim ve düşük maliyetle üreten AB ülkelerinin üretim fazlasına pazar yapılmak istenmektedir. Türkiye toplumunun yaşamı için zorunlu olan temel ürünlerimizin kendileri ile rekabet edemeyerek, açıkça, buğday, et, süt, şeker pancarı ve yağlı tohumlar gibi temel ürünlerimizin tasfiyesi beklenmektedir. Türkiye ancak ekolojik avantajımız olan meyve sebze, yemeklik baklagil, tütün ve koyun eti gibi kısıtlı ürünler açısından bir süre direnebilecektir.
* Ürün tasfiyesine bağlı olarak, küçük işletmeler de yok olacak, milyonlar işsiz kalacaktır.
* Kırsal alanda tarım dışı alternatif kaynakları oluşturulması önerilirken, bunun gerçekleşmesi için kaynak desteğinden söz edilmemektedir.
* Kırsal kalkınmaya ağırlık verilmeli denirken, onun temel dinamiğinin tarım sektörü oldu görmezden gelinmektedir.
* Verimlilik, kalite ve üretim artışı sorunu olmayan AB’nin ürünlerini kolay pazarlamak için oluşturduğu yöntemler, üretimini geliştirmesi gereken Türkiye’ye dayatılmaktadır.
Danıştığımız ekonomistlerin bir kısmı sübvansiyonların kaldırılmasını, diğerleri ise her ne kadar ürünü dışarıdan ucuz fiyata almanın mantıklı olacağı doğruysa da, bizimki gibi ülkelerde kendine yeterli olmanın önemli olduğunu savunuyorlar.
Sübvansiyonların ithal malları daha ucuz diye baştan şartsız kaldırılmasının çiftçiyi daha verimsiz ve yurdu dışarıya bağımlı hale getirdiği görülüyor. Bu nedenle evvela sübvansiyonlar ile çiftçinin ürününü verimli bir düzeye getirmesi için gayret sarf edilmesi, yeterlilik sınırı aşıldıktan sonra, sübvansiyonların daha yüksek gelir getiren tarım ürünlerine geliştirmeye kaydırılması uygun olarak beliriyor. Bu tutumun, bilhassa içinde bulunduğumuz kritik durumda, bir ambargo uygulandığında, kendisini besleyebilir ülke olmak bakımından çok yerinde olacağı saptanmalıdır.
Aydınlarımızın, yazarlarımızın, ekonomistlerimizin çoğu daha yakın zamana kadar, bazıları hâlâ, AB hayalinde, ABD’nin emrinde, IMF’in avucunda, mutluluğa erişeceklerini düşünüyorlar. TUSİAD bile çıkarları için AKP ateşini körüklemekten kaçınmadı, Gümrük Birliği’ni destekledi, bütün veriler aksini gerektirdiği halde, çıkarlar ön plana geçti.
Atatürk’ün şu sözlerini hatırlayalım: “……… Halbuki, hangi istiklal vardır ki ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin palanlarıyla yükselebilsin?.. Tarih, böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir!”
ABD ile karşılaştırma
ABD ile karşılaştırma ilginç sonuca varıyor:
ABD:
Nüfusu: 300 Milyon.
Yüzölçümü: 963 Milyon 142 bin hektar, kişi başına 3.2 hektar alan.
Hububat tarım alanı: 149 milyon hektar, toplam alanın yüzde 15.4’ü, kişi başına 0.5 hektar tarım alanı.
Ufak, büyük ve tarım şirket işletmeleri adedi: 2 milyon, kabaca işletme başına 74.5 hektar.
Kabaca 150 kişiye 1 işletme.
A- Küçük işletmeler (satışları 0-250,000 ABD Doları): küçük, orta ve zevk/emekli/hayat şekli 1.9 milyon, bütün ABD’nin yüzde 91’i. Küçük ve orta işletmeler: 504,000, bütün ABD’nin yüzde 24’ü, zevk/emekli/hayat şekli işletmeler: 1.4 milyon, bütün ABD’nin yüzde 68’i.
B- Büyük işletmeler (satışları 250,000-500,000 ABD Doları): 148,000, bütün ABD’nin yüzde 7’si , Büyük işletmeler: 84,000.
C- Anonim işletmeler (satışları 500,000 ABD Doları üzeri): 36,000, bütün ABD’nin yüzde 1.7’si.
2005 yılında çiftçi 15 Milyar ABD Doları yardım aldı. Ortalama hektar başına 100 ABD Doları.
Türkiye:
Nüfus: 73 milyon.
Yüzölçümü: 78 Milyon 356 bin 200 hektar, kişi başına 1.07 hektar alan.
Hububat tarım alanı: 28 milyon hektar, toplam alanın yüzde 35’i, kişi başına 0.38 hektar tarım alanı
Kayıtlı tarım işletmeleri: 2.77 milyon, kabaca işletme başına 10 hektar
Kabaca 26 kişiye bir işletme, ABD’ye nazaran çok düşük.
2004 yılında çiftçi çoğu fiyat garantisi olarak 1.8 Milyar ABD Doları yardım aldı. Ortalama hektar başına 23 ABD Doları, ABD yardımının dörtte biri, hem de çoğu işletme yardımı değildi.
Türkiye’nin yüz ölçümü ABD’nin onda birinden az (0.081) olduğuna göre, aynı toprak oranında nüfusunun yaklaşık 24 milyon olması gerekirken, 3 mislidir.
Tarım alanının da, ABD oranında 36.5 milyon hektar olması gerekirken, 28 milyon hektar olarak, sadece yüzde 0.66 daha azdır. Nüfus yoğunluğuna göre tarım alanı ABD’ye yakın boyuttadır.
Türkiye’de işletme sayısı toplam olarak kişi başına ABD’dekinden 5.7, işletme başına düşen ortalama alan da, 7.5 defa daha az olarak beliriyor.
ABD’de hala işletmelerin yüzde 91’ini A sınıfı, yüzde 7’sini B sınıfı, yüzde 1.7’sini de şirketler oluşturmaktadır. Buna rağmen 1989-2003 yıllarında üretimin yüzde 42.3-yüzde 27.1’ini A sınıfı, yüzde 51.5-yüzde 59.1’ini B sınıfı ve yüzde 6.2-13.7’sini C sınıfı yaratmıştır. 2001 yılından sonra sübvansiyonların arttırılmasından beri küçük işletmeler süratle azalmıştır. Yardımların da yüzde 43’ünün A sınıfı, yüzde 54.4’ünün B sınıfı ve yüzde 2.7’sinin C sınıfı tarafından kullanıldığı izlenmiştir.
ABD’de A sınıfının orta boyu ile, B ve C sınıfı işletmeler artık günün en son teknolojisini kullanarak verimli çalışan iş yerleri haline gelmiştir. Orta yaşlı bir karı koca ve bir yardımcı 3700 hektar tarlayı işleyebilmekte, ve buna karşılık yaklaşık 60-80 bin ABD Doları yardım alabilmektedir. Çiftçiler hala bu yardımlar olmadan yaşayamayacaklarını iddia etmektedir.
Yapılan yorumlara göre, yardımlardan ötürü ABD çiftçisinin para kazanmaya başlaması, verimlerini arttıracak makineleşmeyi sağlaması ve bu nedenle de, gerek satın alarak, gerek kiralayarak arazilerini büyütüp tümünden yüksek verim ve kazanç temin etmelerini sağlamıştır. Bu yüzden de son yıllarda ABD tarım ürünleri her geçen yıl yeni bir rekora erişmektedir.
Türkiye’nin sorununu, tarım arazisinin küçük tarlalardan oluşması ve yardımın az olması oluşturmaktadır. ABD deneyinden ufak tarlaların çok az yardım aldığını ve en çok yardımın orta boy işletmelere gittiğini görüyoruz. Yurdumuzda uygulanacak tarım politikasının da makineleşmek ve tarlaları birleştirerek çalıştırmak yolunda olması doğal bir beklenti olarak beliriyor.
Yukarıdaki verilerden Türkiye’nin orantılı olarak ABD’ninkine yakın tarım alanı olduğu saptanıyor. Bu nedenle de doğru politika uygulandığı takdirde aynı verimliliğe erişilebilmesi beklenebiliyor.
Tarım ürünlerinden yapılan bio-yakıt’a olan ihtiyacın artması da, konuya büyük önem taşıyan ikinci bir boyut katmaktadır.
Yakın geçmişimizde başta Sayın Erol Manisalı olmak üzere, altmışa yakın öğretim üyesi bilim adamının bütün uyarılarına rağmen, AB Gümrük Birliği’ne girmiş olmamızın verdiği olumsuz sonuçlar, AB’ye girme hayali içerisinde verdiğimiz tavizler, Batı’nın emperyalist gayelerine yardımcı olmaktadır.
Türkiye geleceğini belirlemeli
Çağdaş bir toplum olarak gelişebilmek için irademizi kullanmalı, kaderimizi kendimiz belirlemeliyiz. Batı dünyasına doğru bakabiliriz, fakat AB’ye üyelik öngörülen şartlarla kabul edilmesi çıkarlarımıza aykırıdır.
– AB masasından şimdilik kalmak,
– Gümrük Birliği’nden ayrılmak,
– Bizi bağlayan tarım anlaşmalarına son vermek gerekir.
Ön gayemiz gene kendisini besleyebilir ülke olmayı başarmak olmalıdır. Bugün petrolü olmayan, kendisini besleyemeyen hiçbir ülke, hiçbir masada kendi yararına karar alamaz.
Jeopolitik oturumumuz, Çin’in süper güçlüğe doğru ilerlemesi, kozlarımızı yerinde kullandığımızda, küresel ufkumuzu geniş tutabileceğimizi gösteriyor. Bunu başkalarına bağımlı iken yapmak mümkün olamaz.
Gayemiz kendi imkanlarımızla güçlü ve yeterli olmak yolunda her türlü fedakarlığı yapacak, bunu halktan isteyebilecek, uygulayabilecek, bir yönetimi seçmek olmalıdır. Halkın ümitle beklediği; gelecek seçimin iktidar adaylarının, oy sayacağına, partiler arası çekişmelerle vakit öldüreceğine, birleşme yoluna gitmesidir. Yukarıdaki ve benzeri birçok acı gerçekleri kamuya açıklaması ve alacakları önlemeleri cesaretle bildirmesidir.
Çoğunluk CHP’nin bu yönde öncü olması gerektiğine inanıyor. CHP içinde devrime gerek olduğunu düşünürken, baş yönetimin değişmesi gerekse bile, Sayın Baykal’ın, partisinin diktasını yok etmesi, onu halkın beklediği demokratik yapıya döndürmesi, partinin kaybettiklerini kazanmak yoluna sokmak da, sorumlu olduğunu belirtiyor.
Bundan kısa düşecek herhangi bir tutum, yabancıların gayelerine hizmet etmek ve bağımsızlığımızı onlara teslim etmektir. Bunun hesabı da bir gün muhakkak sorulur.
Kaynaklar:
1- Devlet İstatistik Enüstitüsü 1980-2002 dönemi verisi ve Sn. Metin Aydoğan çalışmaları,
2- TZOB web sayfası, BİA haber merkezi, Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği, İktisadi Kalkınma Vakfı, Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği verileri.
3- Washington Post gazetesi.
Turgut A. Karabekir
Son yorumlar