Köy Enstitülerini anarken
Sayın Doğan Hızlan’ın 3/6/17 tarihli “Bir ütopyanın gerçekleşmesi” isimli güzel yazısı birçok acıları deşiyor. Tanıtmakta olduğu kitap için söylediklerine ve kendi yorumlarına katılmamak, tarihî gerçekleri ret etmek olur. Hiç şüphe yok ki, Köy Enstitülerinin yok edilmesi bu ülkenin geleceğine daha 40’lı yıllarda vurulabilmiş en büyük darbelerden birisidir.
Osmanlı İmparatorluğunun Batılı ülkeler tarafından yıkılmasından sonra, sosyal, mânevi ve maddi bakımlardan bir viraneden farksız olan ülkeyi temelinden kalkındırmak gerekmekteydi. Bu da ancak yıllardır yapılmamış olan bilimsel eğitimle olabilirdi. Mustafa Kemal Atatürk’ün, zamanın Kültür Bakanı Saffet Arıkan’ın ve İsmail Hakkı Tonguç’un 1936’daki çalışmalarıyla “Eğitim ve Bilimin Köylere ulaştırılması” çalışmaları başlatılmış ve 1937 yılında da Köy Enstitüleri yasası çıkarılmıştı. 1938’de Hasan Ali Yücel’in Eğitim bakanı olmasıyla da bu çalışmalar yurda süratle yayılarak, Köy Enstitülerinin kurulması sağlanmıştı. Temelden kalkınma yoluna girmiştik.
Okuma yazma oranının yüzde onlarda olduğu bir çağda köylüyü, bilim, teknoloji ve çeşitli sanatlarda eğitmeye hızla başarılı olan bu girişim, şüphesiz sade bizim ülkemizde değil, bütün Dünyâda örnek olacak önemli bir yatırımdı. Bu önemli varlıkların 40’lı yıllarda İsmet İnönü’nün dış baskılara karşı koyamayarak kapatılmalarına seyirci kalması, oluşmalarındaki başarı büyüklüğünde bir felâket olarak algılanmalıdır.
Son zamanlardaki nesillerin bilincinde olmadıkları bu hareket, Türk toplumunun çağdaşlık yolunda ilerlemesini durdurmak için indirilen en büyük darbe olmuştur. Gösterilmiş olan nedenler ne olursa olsun, yapılmış olan büyük bir hatâdır. Olagelen zarar da, hiçbir zaman, hiçbir başka yöntemle, telâfi edilememiştir. Bu olay tarihimizde bir utanç, bir yüz karası olarak duracaktır.
Yapılmış olan ne kadar büyük bir hatâ idiyse, bugün haklı olarak eleştirirken geri kalmışlığımızı ona bağlamak da haksızlık olur. Bu ülkenin içine düşürülmüş olduğu durumu, köylünün eğitilmemiş olduğuna bağlamayı kabul etmek anlamına gelir. Bu sav da gerçeklere aykırıdır. Her ne kadar köylünün istenildiği kadar eğitilmediğinin duruma katkısı olmuşsa da, olanların müsebbibi cahil kaldığı her fırsatta suç keçisi olarak kullanılan köylü değil, eğitilmiş sözde aydınlarımızdır.
Hatâ, sorumluluk ve suç, köylünün değil, eğitim görmüş olanlarındır.
Köy Enstitülerini kuranlar, o zaman parmakla gösterilecek az olan aydınlarımızdı.
Onları 10-15 yıl gibi kısa bir zamanda sonra kapatan, hiç değilse kapanmalarına göz yuman da, aydınlarımızdı.
Köylümüz ve okumamışımız değildi!
1940 ve 1950 kuşağı bu suçun vabâlini ödeyemez, ödemedi de. Üstelik ödememekle kalmadı, hiçbir zaman sorumluluğunu yerine getirmediğini kabul etmedi. Bununla da kalmadı, günümüzde bile her fırsatta kendi yanlışlarını câhil diye sınıfladıkları suçsuzlara yükledi, yüklüyor.
Hırsız olmamayı hırsızdan, sahtekâr olmamayı, sahtekârdan, yalan söylememeyi, yalancıdan, eğitimli olmayı, eğitimsizden, doğru yolda gitmeyi, gidilecek yolu öğrenmemiş olandan öğrenemeyiz.
Bir ülkenin kalkınmasını, çağdaşlaşmasını sağlayacak olanlar, çağdaş bilim ve eğitim görmüş olanlarıdır.
Okutulmamış, çağdaşlaştırılmamış olanları değil!
Hurafe ve dogma yerine bilimle düşünmeyi öğretilmemiş olanları değil!
Bu evrenin geçmişinde gerçekleri ve hatâsını kabul etme büyüklüğünü gösteremeyen hiçbir kavim, hiçbir ülke kalkınamamış, çağdaş olamamıştır. Olamayacaktır.
İçinde bulunduğumuz zor durumdan kurtulmaya, cahilimiz nedeniyle değil, şu veya bu şekilde aydınımızın yüzünden düşmüş olduğunu kabul ile başlamalıyız.
Sorun şu: Bu büyüklüğü gösterecek yeteri sayıda gerçek aydınımız var mı? Varsa, ne bekliyorlar?
Kıymetli zamanları ve köşeleri, temel sorunlarımızı dile getirmek, yol göstermek yerine, yakınmalarla vakit öldürmekle bir yere varmadık ve varamayız. Sıralı sırasız, mangalda kül bırakmayanlar acaba neden Atatürk’ün şu dediğini dinlemiyorlar:
“Basın Ulusun ortak sesidir. Bir güç, bir okul, bir yol göstericidir.”
Bu sözler bizim gibi kitap okumayan, kendini eğitemeyen bir toplum için yazılmış, kullanılması gereken bir reçete! Ne yazık ki hâlâ anlamayanların sayısı bizi bağımlılığa düşürecek kadar çok.
Bağımsız ve çağdaş olmaktan başka her yol, felâkete gider
Son yorumlar