Amerikan ve Arap ruhu (psyche)

Cumhuriyet gazetesi, Starateji ilavesi, 15 Ocak 2007

 

Eski çağların Atinalı’ları, istediklerini elde etmenin doğal hakları olduğuna inandılar, ve fetih peşinde koşmaktan huzur içinde yaşayamadılar.
Derin izler bırakan Romalı’lar da başka ülkeleri zapt ettilçe, demokratik kurallarının temel ilkelerini yozlaştırdıklar.
İngilizler, İrlanda ve İskoçya topraklarına göz diktikleri zaman, onları gelişmemiş, hayvancılık ve balıkçılkla uğraşan zorlu, hain, fakirlik içinde kıvranan, ıslah edilmesi gereken topluluklar olarak kabul etmişlerdi. Topraklarını almakla onlara medeniyet götürerek iyilik yapmış olacaklarını söylerlerdi.
Atinalı’lardan onbeş yüzyıl sonra, Avrupa’lılar Yenidünyayı istilaya başladıklarında, kıt’anın yerlisi olan kızılderilileri (KD) de hayvandan farklı görmediler. Avrupa adet ve yaşamını öğrenmelerini bekleyip, gerçekleşmediğinde, suçun onlarda olduğuna kendilerini inandırıp, sorumluluğu hasıraltı etmek yolunu seçtiler. Tarih boyu hiç değişmeyen ihtirasın, Amerikalıların öngörü ve özyargıyı bastırarak, bütün bir kıt’anın halkını nasıl yok ettiklerini, öz ilkelerini çiğnediklerini hatırlamak, Büyük Ortadoğu Planının uygulamalarını değerlendirmek bakımından büyük önem taşıyor.
Avrupadaki, (monarşi) tekerklik, asılzadeler sömürüsü, zulüm, ve din baskısından kaçan göçmenler, K. Amerika’nın doğu sahilleride tutunmayı başardılar. Gelenlerin çoğu Anglesakson püritanlardan oluşmuşsa da, içlerinde her seviyeden kimseler de vardı. Kısa zamanda yeni dünyanın bolluklarına ve sağlayacağı imkânlara hayran kaldılar. Kendilerine yardım eden, hatta açlıktan kurtaran, evsahibi KD’lilerin yerlerini alarak büyümek yolunu tuttular. 1660’da sayıları 75,000’e varmışken 1760’da 1,6 milyona erişti. Sayı artıkça yeni topraklara olan ihtiyaçları da büyüdü.
K. Amerika onsekizinci yüzyıl başlarında, Doğuda bügün Amerikalı dediğimiz Kolonistler, Kuzeyde İngiliz’ler ve Fransız’lar, Güneydoğuda ve Missisippi vadisinde Fransız’lar ve İspanyol’lar, Güneybatıda da, İspanyol’lar tarafından işgal edilmeye başlamıştı. Göçmenler (Kolonistler) kalıcı olunca kendilerine ülke kurmak çabasında girdiler. Avrupalılar ise gasp ettikleri yerleri müstemleke olarak yönetip, kendilerine okyanusların ötesindeki barbar toplulukları uygarlaştıran ajan olarak baktılar.
O zamanlar Avrupada da büyük güç olan, İngiltere, Fransa ve İspanya, yeni kıt’ada da etkindi. Kolonisteler henüz gelişmekte olduğundan her bakımdan bu büyük ülkelerin himayesine muhtaçtılar. Yeni topraklara olan ihtiyaçları, toprakların sahibi güçlerle işbirliği yapmalarını güçleştirmekteydi. Kaynakların bolluğu nedeniyle ülkenin geleceği ticarete bağlı olduğu halde, ne kaynaklarını koruyacak ne de ürünlerini Avrupa pazarlarına göndercek imkâna sahiptiler. Bağımsızlık ihtilallerini gerçekleştiren Amerikalılar, harbin insan hayatında normal ve kaçınılmaz olduğunu savundular. Ayni zamanda da, ticaretin ülkeleri birbirine yaklaştırarak çatışmaları azaltacağını söylediler. Diğer yandan da dinin yayılmasını uygarlığın yayılmasının ön koşulu olarak gördüler.
Yeni ülkenin en büyük gücü fertlerinin asilik derecesine varan hürlükte olmaları, hiçbir bağlılık zorunlukları olmamasıydı. Amerika Birleşik Devletleri anayasası da; Bağımsızlık, Özgürlük, Eşitlik, Din’e inanç, ve Ticaret üzerine kuruldu.
Her on yılda ikiye, üçe katlanan nufusla ülkenin genişlemesinin devamlılığı KD’lerin ellerinden topraklarını almaya bağlıydı. KD’ililer mülkiyete gerek görmeyen, kendilerine göre derin bir filozofileri, örf ve adetleri olan sulhçu kavimlerdi. Yöreyi kenki yaşamlarına yetecek kadar kullanmakla yetinerek, avcılık ve balıkçılıkla geçinirler, kalıcı bir mesken kurmaz, aralarındaki bölge kavgalarının dışında, düzenli harp nedir bilmezlerdi,
Birtaraftan insanlık, adalet ve Cumhuriyet kuralları, diğer taraftan genişlemeye olan iştah, Washington, Adam Smith, Hamilton, Jefferson, Franklin gibi zamanın aydını liderlerini çelişkiler içinde bıraktı. Yapılan anlaşmalar daima KD’lilerin topraklarını kaybetmesine neden olurdu. Aradan birkaç yıl geçince kolonistler KD’lilere bırkılmış yerlere tecavüz ederler, ve yeniden anlaşma yapılır, ve her saferinde KD’ler yeni kayıplara uğrarlardı. Uzun yıllar bu çelişkiye şerefli bir bahane bulmaya çalışan liderlerlerden George Washington, -Siz ve biz ayni topraklarda doğduk, beraber yaşayabilmeliyiz, bizim yöntemlerimiz daha medenidir ve galişmeye açıktır, siz bizim gibi olun, derken, çok zaman söylediklerini kedilerini bile inanmadılar.
İnsanoğlunun daha fazlayı isteme hırsı, binyediyüz yıl evvelki Atinanın tutumu, aynen devam etti. Amerikanın büyümesi olayları onsekizinci yüzyılın medeniyetler çatışmasıydı diyebiliriz. John Quıncy Adams göre, KD’lilerin topraklarda hak iddaları Amerikanın Büyük Planına aykırıydı! Bu Büyük Plan mefhumu hiç şüphesiz bize Ortadoğuyu hatırlatıyor.
Kolonistler genişlemek yolunda, Kuzeydeki İngilizlerin elindeki toprakları almak için Güneydeki Fransızlarla anlaştılar, Güneydeki toprakları almak için Kuzeydeki İngilizlerle anlaştılar, Ve yavaş yavaş bütün K. Amerikayı ele geçirmeye başladılar. Fakat bu da yeterli değildi, büyüdükçe artan ürünlerini satabilmek için dış pazarlara erişmek gerekiyordu. Okyanusa donanmalarıyla hakim olan Fransa, İngiltere ve İspanya’yı birbirlerine düşürerek, zaman zaman taraf değiştirerek, asrın sonlarına kadar onların himayesini sağlayabildiler. Anlaşmalara kısıtlılık getiren şartları çok zaman ihlâl ettiler.
Avrupadaki savaşlarda yıpranan Fransa, Güney Florida ve Luisianna’yı satmaya mecbur oldu. Kuzeyde, Fransa ile Avrupada harpte olan İngiltere, kanlı çatışmalardan sonra, Kanada’daki yerleri hariç diğer bölgelerinden çekildi. İspanya harbi kaybedince Güney Batı’daki topraklarından çekilmek zounda kaldı.
Birliğin nufusu, imkanları, ve gücü artarken komşularının zayıflamaları, kolonistlerin kendi donanmalarını oluşturmalarına fırsat verdi. Ondokuzuncu asırda Amerikan donaması Okyanusta etkin olmaya başladı. Akdenize uzanınca, Osmanlı donanmasının yüzyıllardır süren hakimiyetine barbarlık dediler. Ticaretlerini istedikleri şekilde Ortadoğuya da ulaştırmanın doğal hakları olduğunu savundular.
Jefferson’un, -Şimdiye kadar ticaret, harplerin nedenini değiştirmekten başka birşey yapmışmıdır, sözünü hatırlamakta yarar var. İki asır sonra buna kürreselleşme adı verilecek, ve ABD sitili ekonomi bütün dünyayı saracaktı. Quincy Adams, “Özgürlük güçtür” demişti. Bütün büyük güçlerin problemi, uygar ve demokratik de olsalar, gücün kullanılımı ile özgürlük, ahlâk ve adâletin, nasıl bağdaştırılacağı olmuştur.
Fransız aydınlanması Amerikan ihtilalinin öncülüğünden kaynaklandı ise de, tekerklik daha yıllarca devam etti. Amerikalılar ise birdaha özgürlüğü bırakmadılar, kendilerinin insan gelişmesinin öncüleri olduğuna, uygarlığı yaymanın kendi hak ve sorunları olduğuna inandılar. İlerlemeyi yaymanın önünde duranları uygarlaştıracaklarına, gerekirse yok edileceklerine, nasıl alursa olsun, toprakların zapt edilip yerleşime açılacağına kararlıydılar.
1817 de Quincy Adams, – Şayet bütün Amerika kolonileri birleşirse, biz dünya ülkeleri topluluğunun çok tehlikeli bir üyesi, aksi halde de birbirine düşman parçalanmış bir ülke oluruz, demişti.(1) Nitekim yüzyıl sonra Güney Kuzey iç savaşı kardeşi kardeşe saldırttı. Güney’in esir çalıştırmasına karşı olma bahanesiyle başlayan kanlı savaşlarda, çıkarlar çarpıştı. Bu anlayış içinde gelişen, bir yandan demokrasi ve özgürlük öncüsü, diğer yandan doymayan bir istîlacı Amerika’yı, iki asır sonra Ortadoğu keşmekeşi içinde buluyoruz.
ABD’nin Büyük Oratadoğu Planını uygulamasındaki başarısızlığından sonra yeni bir çözüm arama süresi yaşanırken, en çok konuşulan da Irak’taki askeri gücü azaltmak veya çoğaltmak. Esas açıklık gereken ise, savaşın kiminle yapıldığı ve yapılacağıdır. Düşman kimdir? İran bağlantılı Şiiler mi? Sadr’a bağlı Şiiler mi? Sunni’ler mi? Kürtler’mi? El Kaide’mi? Taliban mı? Hamas mı? Hizbullah’mı? Saddam taraftarları mı? Yoksa düşman yok da beraberlikde yaşamak istemeyen topluluklar mı var? Yoksa sadece sorun istilacı hâline düşen ABD’nin varlığı mı? Hiristiyanların Müslümanları hakir görmesi mi? Bölgenin zengin kaynaklarını kontrole almak mı? ABD’nin yöredeki çıkar ve gayelerinin bölge sakinlerinin doğal haklarına aykırı düşmesi mi?
ABD’nin bir numaralı düşmanı Saddam 1980’de İrana saldırdı, 1983’de Donald Ramsfeld Saddamı Bağdat’ta ziyaret etti, ABD dört yıl ona yardım etti. 1990’da ABD’den aldığı cesaretle Saddam Kuveyti işgal etti, ABD bu fırsatı kullanarak Arap yarımadasına yerleşti. ABD Kürtleri Saddama karşı ayaklanmaya teşvik etti, sonra Saddam’ın onları yok etmesini kenardan seyretti. 2006’da da Saddam’ı Kurtleri öldürme suçuyla astı. Saddam son nefesinde yaptığı uyarı, Eugene Robinson’a göre: “Şayet futursuz Saddam’ı bir köpek gibi asabilirlerse, ayni şeyi herkeze yapabilirler” oldu.(2)
Yukarıdaki suallerin cevabını vermemek, Ortadoğudaki problemlere yanlız Batı’nın bencil gözüyle bakmak, soruna çözüm bulunamamasının temelinde yatmaktadır.
Osama bin Laden’in konuşmalarını derleyen kitap(3) incelendiğinde birçok sualler akla geliyor. Dikkate alınması gereken Laden’in tekrarlarla dolu, tek açıdan yaklaştığı, koyu din anlayışı değildir. Dikkate değer, Hiristiyan’ların nasıl Müslüman’ları, biz siz ayırıntısına sokmasının, acı hıçkırıklarıdır. Batı emperyalizminin, sömürge sisteminin, geri kalmış topluluklarda bile, artık çağımızda eskiden olduğu gibi kabul edilemeyeceğinin seslendirilmesidir.
Geçen asrın başından beri devam eden Batı emperyalizminin Ortadoğudaki etkilerini anımsamamak başını kuma gömmektir. Yapılanları türlü isimler altında saklamaya çalışılmasını ise, artık çıkarları olanlardan başka kimse kabul etmeyecektir.
Leden’in yazdıklarını incelediğimizde, onun da Kolonistler gibi olayları tek yönlü düşünmek istediğini görüyoruz. Laden bütün yazılarında, yıllardır Müslümanların haklarının yendiğini, topraklarının istilâ edildiğini, mallarının yok pahasını ellerinden alındığını, insan yerine konulmadıklarını, hakir görüldüklerini savunuyor. Bunları kanıtlamak için gerçek olan çok örnekler veriyor. Gayesinin; Müslüman topraklarında tekerkliği kaldırmayı, emperyalist ve taraftarlarını kovmayı, kaynakları kendilerinin kullanma haklarını, din kardeşlerinin refah ve mutluluklarını sağlamak olduğunu söylüyor. Bunların Batılılar tarafından ellerinden alınmış olduğunu ve artık karşı koyulacağını belirtiyor. Olanlar için de, en başta ABD’yi ve Ziyonist İsrail yönetimini suçluyor. Bütün Batı’lılara ve onlarla işbirliği yapanlara, tutumlarını değiştirme fırsatı tanıdıktan sonra da, sömürmekten vazgeçmedikleri takdirde, hepsinin haklı nedenle cezalandırılacaklarına and içiyor.
Laden’in de, KD’lileri yok eden kolonistlerin düşünceleri benzeri, yanıldığı çok noktalar var. Servetini fedai yetiştirme yerine cahil halkı eğitmeye yönetlse daha faydalı olacağını düşünmüyor. Ortadoğuda ve bütün Müslüman ülkelerde olanları yanlız Batı’lılara bağlıyor. Yıllardır Müslüman’ların kendi aralarında huzur içinde yaşayamadıklarını, etnik ve mezhep ayrılıklarından ötürü birbirlerini öldürdüklerine değinmiyor. Osmanlı döneminde, yörenin yüzyıllarca Müslüman eller altında adilâne yönetildiği zaman bile, kendi aralarında huzur ve barışla yaşamadıklarını hatırlamak istemiyor. Osmanlı’lar, yüzyıllarca o topraklara kendi gerekselerinden kısarak yardımlar göndermişlerdi. Daha fazla altın verdikleri için Batı’lı istilacılarla beraber olup, Müslüman Türkleri arkadan vurup, Hiristiyan yönetimi altına girmeyi kabullendiklerini düşünmüyor. Bugün ABD orada olmasa da, istediklerinin nasıl gerçekleşeceğini söylemiyor. Hür bir toplum olmak için sadece iyi niyetli olmanın kâfi olmadığını, göçebelikten yarleşime, topluluktan topluma geçmek için gerekenleri yapmadan, hayallerin gerçekleşmeyeceğini ya bilmiyor, ya düşünmüyor.
Laden’in arzularını doğru bulsak da, bunlardan ötürü İsrail’in kuruluşunda yaptıklarını misal göstererek terorizme baş vurmasını kabul etmek, KD’lilere yapılan soykırımı kabul etmek kadar olanaksız. Uygarlık bize bazı temel kuralları uygulamamızı gerektirir. En başında, Batı’nın hâlâ uygulamayı başaramadığı, İnsan Haklarına ve ülkelerin Milli Haklarına saygı gelir.
Diğer yandan ABD’nin ve tümüyle Batı’nın herkezin bildiği bu gerçekleri yok saymaları Laden gibi bağnazların doğmasına neden olduğu da kaçınılmaz bir gerçek. Değişim ve ilerlemenin zayıftan, bilgisizden gelmesi beklenemez. Şayet Batı herzaman böbürlendikleri ve diğerlerini her fırsatta kınamaktan çekinmedikleri uygarlık davulunu çalacaksa, yeni bir nota uygulamalarından başka çare yok. Gürülüyorki aksi halde daha çok kan dökülecek. Adam Smith’in dediği gibi: İnsanoğlunun şartlarını geliştirme arzusu, ana karnında doğup bizi mezara kadar bıralmayacaktır.
Bu çelişkiler içinde Türkiye’nin tutumu, pisliğe bulaşmamak olmalıdır. Durum, terorist damgasını vuranlara katılmadan evvel, olayların temeline inmeyi ve ayrımları yapmayı gerektiriyor. Yüzyıllardır kimin saldırgan kimin mağdur olduğu bakış açısına bağlı kaldı. Ortadoğu keşmekeşinde Batı’nın zayıf not aldığı şüphesiz. Biz bu aşamada ne ABD, ne AB, ne de Ortadoğu ülkelerine katılmak zorundayız. Geçmişimiz temiz, geleceğimizi de temiz tutmalıyız. Geopolitik oturumumuz bizim kimseyle yatağa girmeden, herkezle tarafsızlığımızı koruyacak yeterliği sağlıyor.
Elimizdeki fırsatları kaçırmak geri dönülmez sonuçlara gider. Ancak bilinçli bir halk ve onun seçtiği çağdaş bir yönetim, gerçekleri değerlendirebilir. Gericilik yolundan çıkmamız, Batı boyunduruklarından kurtulmamız ilk şarttır.
ABD Vietnam’a sözde demokrasi götürmek için girdiği harpte, Vietkong’a yenildi, 1975’de resmi evrakları bile bırakarak kaçtılar. Geride CIA Phoenix programında yetirilmiş otuzbin, sivil hizmette de 1900 G. Vietnam’lı kaldı. Bunlardan ancak 537 tanesini kaçabildi. Bir kısmı sonra uydurma kayıklarla Pasifiği geçerek Amerikaya varmak çabasında heba oldular. Geri kalanlar da düşmanla işbirliği suçuyla Vietkog’un eline kaldı. Bugun staratejik ortaklık havucuna kanıp Lubnan’a asker gonderenler, yukarıdaki gerçekleri hatırlamalıdır.

(1) Dengerous Nation- Robert Kagan
(2) Washington Post-Eugen Robinson, 2 Ocak 07
(3) Messages To The World-The Statements Of Osama Bin Laden- Bruce Lawrence

Turgut A. Karabekir
turgutk@gmail.com

About The Author