Emniyet

 

Birinci yazımdaki “Bodrum istilaya uğramadan evvel kapılar kitlenmez, dükkanlarda bile tokmak üzerine bir sicim bağlanarak kapalı olduğu belirtilirdi. Pencereler açık dururdu kepenklerde kilit yoktu. Bugün demir parmaklıklar arkasında oturduğmuz halde can ve mal emniyetimiz yok oldu.” Yazısı hakkında açıklamalar.

 

Emniyet

 

Daima medeni olarak söz konusu olan Avrupalılar, Polenazyayı keşfettikleri zaman orada huzur, saadet ve sıhhat içerisinde yaşayan yerlilere geri kalmış kişiler olarak baktılar. Oraya medeniyeti soktuklarını sandılar. Oysaki Polonezyalılar “medenî”  dünyalılar ile beraber gelen çicek, tifo, frengi gibi hastalıkları bilmezlerdi. Sigara ve alkol kullanılmazdı. Bunların batılılar ile beraber gelmesiyle Polonezya nufusnun yarısından fazlası kısa bir müddet içinde yok oldu. Buraya gelen batılılar yalınız kendilerini ve kendi menfaatlerini düşünerek geri kalmış gözüyle bektıkları yerlileri sömürdüler. Yerlilerin kendilerinden nekadar daha “medenî ve ahanklî” bir yaşayım içerisinde olduklarını anlayamadılar.

Dışarıdan gelen bizlerin Bodruma buna benzer bir kötülük yapıp yapmadığımızı kendimizden sormamız gerekmiyormu?

Bütün eskiler bilirler, korsanların yağma yaptığı eski devirler geçtikten sonra, Bodrumda kapılar ve pencereler kiltlenmezdi. Hırsızlık da yoktu. Şayet kırk yılda bir olsada hemen bunu halk kendi arasında ortaya çıkarır ve hallederdi. Birkaçtane polis varsada pek görünmezlerdi, jandarmayı bulmak için aramanız gerekirdi. Ben ilk Boruma geldiğim 1974 yılında bile bu hâlâ böyleydi.

Bodrum yapılaşmaya başlayınca buraya dışarıdan işci akını başladı. Başlangıçta bu gerekliydi. Son yıllarda ihtiyçtan fazla gelen olduğundan iş bulamayıp aç kalan, memleketlerine dönecek otobüs parasını bile bulamayanlar yolsuz çarelere başvurmak zorunda kaldılar.

Son onbeş yıldır Paparazinin yaptığı propoganda ile Bodrum’un taşının toprağının altın olduğu yalınış görüntüsü de hâlâ devam etmekte. Çoğumuz bu gibi eğlence yerlerini ancak televizyonda görüyoruz. Eminim Bodrumda bulunanların yüzde doksan dokuzu da buralara gitmemiştir. Çok merak ediyorum bunlar neden İstambulda kendi yerlerinde oturup gene kendi kendilerine eğlenmiyorlarda gelip Bodrum gibi bir yeri zehirliyorlar.

Bugün Bodrum’un yaşamakta olduğu zorluk bir korunma sorunu değildir. Bilgisizlik, dengesizlik ve alâkasızlıkdan ötürü meydana gelmiş olan sosyal bir bozukluktur. Polis ve jandarmanın sayısını  arttırmakla bu sorun halledilemez. Şayet bir sayım yapmak gerekse artık kaç ev soyulduğunu değil kaç evin soyulmadığını saymak daha kolay olacak. Bukadar ilerlemiş bir soygunun arkasında da sadece bu işsiz kalmış olan zavallı hayelperestlerin olduğunu düşünmek saflık olur. Her şeyde olduğu gibi her çeşit insanın bu yolsuzluğu yaptığı ve onlarla ortak çalışanların mevcut olduğu kanıtlanırsa hiç şaşmam.

Bu yüzden artık biz evlerimizde mahpus gibi yaşıyoruz. Demir parmaklıkların arkasındayız. Bu yüzden Bodrumun mimari görünüşü bile değişikliğe uğradı. Kendi kendimizi hapsediyoruz. Canımızı ve malımızı korumak için biz mahpusuz onlar serbest. Bodrum’un masmavi gök yüzünü ve denizini seyrederken artık camın önünde demir parmaklıklar var. Hırsızı, yolsuzu tutuklayacağımıza, suçsuzu, yâni kendimiz kendi rızamızla tutuklamışız.

Bodrumlular için bu hapishaneden çıkmak zamanı gelmiştir bu hepimizin doğal ve medenî hakkıdır. Bu sosyal bozukluğu imkansız hale gelmeden düzeltmek gerekmektedir. Bu bozukluğa sebep olmuş olan bizler Bodrumluları bu dertten kurtarmakta borçluyuz.

Tutuklanabilen hırsızlardan bu suçun hepsinin değil amma çoğunun doğudan gelen ve işsiz kalan vatandaşlarımız tarafından işlendiği belirtilmekte. Yetkililerin onlara Bodruma gelmeyi yasaklamak olanağı mevcut değil. Amma onların cesaretlerini kıracak ve buraya gelmelerini azaltacak tedbirler alınabilir. Bu yönde önerilecek yasal çareler benim yetkimin dışında ancak şunlar aklıma geliyor:

  • Buraya gelen işçilerin birçoğu inşaat işçisi ve aynı doğu bölgelerinden gelmekteler. Bunlara kendi yerlerinde ilanlar ile Bodrumda nekadar fazla işsiz mevcut olduğunu devamlı olarak yayınlamak
  • Günün râici ile alabilecekleri yevmiyenin buradaki yaşam ihtiyaçlarına bile az geleceğini belirtmek
  • Gelenlere çalışma karnesi mecburiyeti koymak
  • Bu kişileri devamlı kontrol altında bulundurarak çalışma karensi kontrolu yapmak
  • Karnesiz işçileri çalıştıran iş sahiplerinden ağır ceza almak
  • Aç kalıp geri dönmek isteyenlere Belediye trafından bir defaya mahsus olmak üzere otobüs bileti vermek (bilet parası değil)
  • Bu şekilde Bodrumdan ayrılan bir kişiye ona 24 ay çalışma karnesi verilmeyeceğini ve tekrar gelirse çalışamayacağını belirtmek
  • Bu gibi uyarmalarla gelenlerin adedini azaltmak

 

Bu problem başımıza geldi çekeceğiz diyemeyiz. Olanları -neyapalım oluyor, tavrı ile kendi haline bırakmak da bir çözüm değildir. Bu zavallıları cezalandırmakla da hiçbir fayda elde edilemez. Bir bakıma kendi idaresizliğimizden ötürü bir alay suçlu yaratmaktayız. Bu onların değil bizim suçumuz. Bu sosyal bir düzensizlikten meydana gelmekte. Yetkililerin bunu idrak etmesi gerekir. Yukarıdakine benzer tedbirlerle problemleri doğuran ortamı ve sebepleri ortadan kaldırarak onları kurtarırsak bu aynı zamanda da kendimizide kurtarmak olmayacakmı?

Diğer ortamlardan gelen hırsızlara gelince bunlarla başa çıkmak daha zor. Çünki bunlar açlıktan ötürü değil ahlaksızlıktan ötürü yapmaktalar. Batı ülkelerinde ve bilhassa Amerikada her kişin evi kutsal bir yerdir. Oranın kutsallığını hiçkimse, polis bile, bozamaz. Bundan ötürü orada evinize tecavüz eden birisine ateş etmek ve vurmak hakkınız tanınmıştır. Bu “kendini müdefa sayılır”. Bizde ise evinize birisi tecavüz etse, ırzınıza geçse, vurduğunuz zaman suçlu olursunuz. Bu suçsuz yerine suçluyu korumak değildir de nedir?

Eve tecavüz ile ilgili kanunun değiştirilmesi gerekmektedir.

Genellikle bu tür problemlerin sosyal bozukluklardan ve bozuk ekonomik durumlardan kaynaklandığının bilincindeyiz. Ancak bu tür durumların tamamen düzelmesini beklenemez, bu bir hayaldir, beklersek soyulmadık ev kalmayacak. Ne yapılabilirse şimdiden tedbir almak gerek. Yoksa halimiz duman.

 

 

 

About The Author