Nükleer risk alınır mı?

Bütün ilerlemiş ülkeler, nükleer santral yerine güneş ve rüzgârdan enerji elde etmeyi seçmeye başladılar. Almanya nükleer santrallerini kapatıyor. En büyük yatırımlar alternatif enerjiye yapılıyor. Bütün gösteriler 21. yüzyılın bu sektörde gelişim patlamasına tanık olacağı yolunda. Hindistan son 3 yılda güneşten elde ettiği elektrik kapasitesini dörde katladı, bu yıl tekrar ikiye katlayacak. Çin geçen yıl kapasitesini 43GW’tan 77GW’ta yükseltti.

Onlar bu yola giderken, neden Türkiye büyük masraflara girerek eskimiş bir yöntem olan nükleer santral yapmak çabasında?

Otuz bir yıl önce, 26 Nisan 1986’da Belarüs / Chernobyl’de nükleer reaktörde patlama oldu. Reaktör gövdesinin sadece %5’i etkilendiği hâlde: Yüzlerce insan hemen öldü. 137 bin kişi yer değiştirdi. 200- 600 bin temizlik işçisi 20 bin mSv radyasyona maruz kaldılar, binden fazla ilk müdahale işçisi çok yüksek radyasyon aldı. Temizlik için ilk 10 yılda yaklaşık 3 milyar Dolar harcandı, masraf ve çalışma 31 yıl sonra hâlâ devam ediyor. Hasar gören binanın üzerine başka bir bina ile kılıf geçirilerek, radyasyon yayılması olmadan temizlik yapılabilmesi çalışmaları hâlâ bitmedi. 31 yıldır sürüyor!

Yayılan radyasyonun uzun vadedeki gerçek etkileri ve kalıcı zararlarının boyutu kesin olarak bilinmiyor!

Türkiye’nin Karadeniz sahilleri Chernobyl’den yaklaşık bin kilometre uzakta olmasına rağmen radyasyondan etkilendi, İstatistikler bazı bölgelerde kanser vak’alarının çoğaldığını gösteriyor.

 

Türkiye’de yapılması planlanan Akkuyu Nükleer Santrali yerleşim yerlerinden yaklaşık; Silifke’ye 30Km, Anamur’a 60 Km, Mersin’e 70 Km, Girne’ye 90 Km, Adana’ya 230 Km, Antalya’ya ve İskenderun’a 250 Km uzaklıkta. Bin Km değil! Onun yarısı bile değil!

Charnobyl’de olan ihmâl ve kaza idi. Terör değildi. Türkiye ise 40 yıldır terör ile savaşıyor ve her çeşit teröre açık. Etrafımız art gayeleri olan komşularla çevrili. Her türlü yöntemi uygulamaktan çekinmeyen büyük güçler zayıflamamızı iştahla seyrediyor ve bekliyorlar.

Mevcut teknoloji artık her isteyene binlerce Km uzaktan bir hedefi vurmak olanağını sağlıyor. Hiçbir yapı emniyette değil. Her yapı uzaktan kazara vurulabileceği gibi isteyerek, gayeli olarak da vurulabilir.

En azından vurma olanağı, tehdit unsuru olarak da kullanılabilir.

Nükleer Santrali vurma tehdidi de, ciddi ve hayatî sorunlar yaratır ve çeşitli yaptırım zorunluluklarını beraberinde getirir. Bu olasılıkların yakın tarihte çok kere yapılmış olduğu da izlenmiş gerçekler.

Tehdit olasılığı çok büyük bir Milli tehlike. Böyle bir riski almak için neden var mı?

Güneş, Rüzgâr ve jeotermal gibi doğal kaynakları bol olan bir ülkede böyle bir riski almak değil, düşünmek bile yersizdir.

Güneş’ten enerji üreten çiftliklerin hiçbir stratejik riski olmadığı gibi kuruluş masrafları da nükleer enerji santrallerinden çok daha az, bakımları çok daha kolay. Bu tesislere sabotaj yapılsa bile, mala verilen zararla kısıtlı kalır. Yöreye ve insanlara zararları olmaz.

Hâl böyle iken, nükleer risk almanın anlamı olmadığı da açıktır.

Bizim gibi çok zor jeopolitik konumda olan bir ülkenin, özellikle parçalanma tehdidiyle karşı karşıya olduğu bir dönemde, gayeleri zaten kötü olanların eline güçlü bir yaptırım imkânı vermek de, hiç akıllıca bir tutum olmaz.

Özerkliğimiz ve özgürlüğümüz için kaçınılmaz olan enerji bağımsızlığını güneşten sağlamak olanağımız varken, nükleer üzerinden bağımlı kalmaya yönelmek, sorunları arttırır.

Güncel konulara boğularak ülkenin hayatî sorunlarını ve gereksinimlerini sonraya bırakmamalıyız. Bunu yapmamız dışarıdan teşvik görse de, biz uyanık olmalı ve bu tuzaklara düşmemeliyiz.

Ülkeler arasında dostluk değil, çıkarların var olduğu gerçeğini de utmamalıyız.

Hangi yönetim altında olursak olalım, ülkenin geleceğini emniyete almak herkesin en önde gelen sorumluluğudur. Yalnız iktidar partisinin sorumluluğu değil.

Aydınımız, her konuda faturayı cahillere ve iktidarlara kesmekle kendi kusurlarını örtemez. Sorumluluklarından da sıyrılamaz.

About The Author