Kapitalizm’le kürreselleşme, demokrasiyi etkileyecek mi?

Cumhuriyet gazetesi, Starateji ilavesi, 02 Nisan 2007

 

  1. yüzyıl İzm’lerin başarısızlığı, 21. asırda yeni sistemler mi gerektirecek?

 

Tekrar uyanmaya başlayan Sosyalist/Kominist rejimlerin, Türkiye’deki Sol anlamıyla bağlılığı varmıdır?

 

Düzenler, kişisel ve ekonomik çıkarları sağlamak için uygulanırken, ekonomik gereksilerden idolojilerini kaybediyorlar. Kominizm ve Kapitalizm bunun en uç örnekleridir.

 

Seignorializm

İngiltere Kralı Alfred, her kezin bir efendisi olması gerektiğini söylemişti. Avrupada Orta çağlarda yaygın olan bu idare şekli, arazi sahipleri (lords) ile işçi/çiftçi/kul arasındaki sosyal bağlantıydı. Büyük salgının işçi sınıfını kırması, çalışma gücüne artan ihtiyaç, pazar ekonomisinin yerleşmeye başlaması, efendileri kul’larının özgürlüklerini satın almalarına, ve serbest hareketlerini kabul etmeye zorlayarak sistemin çökmesine, ve serbest işçi sınıfının doğmasına neden oldu.

 

Feodalizm

Avrupa’da, Roma İmparatorluğu’nun ve Şarlman hânedanının çökmesiyle oluşan güç boşluğu ve düzenli orduların yok olması, feodalizmi doğurdu. Çok zaman Feodalizm’in harplere neden olduğu idda edilse de, harbe hazır olma gereksinimi Feodalizm’in doğmasına neden olmuştur. Büyük arazi sahiplerinin elerindeki araziyi kullandırma hakkına karşı vasal’larından, vergi vermeleri, hizmette bulunmak, savaşçı yetiştirmek, ve harbe iştirak etmek antlaşmasına dayanırdı. İntizamlı yetiştirilmiş profesyonel orduların oluşturulmasıyla son buldu. Feodalizmde otoritenin kontrat ile oluştururlması fikirleri, Batı medeniyetinin politik gelişmesine de yardım etti.

 

Faşizm

Musolini’nin gelişiyle, 1919 da ortaya çıkmış, isimi, birleşme manasına gelen Fascio kelimesinden doğmuştur. Yükseltilmiş bir etnik köke dayandırılarak, bir ülkenin sosyal, ekonomik, ve kültürel hayatını tekrar yaratan politik idolijidir. İnsan haklarını, serbestiyi, seçim haklarını, ve domokrasiyi rededer. Birçok uygulamada aşırı sağa, ırkçılığa ve bağnazlığa kaymış, çok kan dökülmesine neden olmuştur.

Tutuculuğa karşıtlığı, etnik ayrılık ve milli yenilenme hayaline ve milli bir tehlikyle karşı karşıya olma esaslarına dayanır. Yeni bir toplum yaratmayı idda ederken, erkinciliği, bireyciliği ve kominizmi reddeder. Parti çıkarlarına aykırı düşen bütün bilimsel, ekonomik ve akademik hareketlere karşıdır. Din inancından doğabileceği gibi ayni zamanda dini gayelerine âlet ederek, şiddet ve saflık peşinde koşar.

Faşizm başka ülkelerde de benzer şekillerde ortaya çıkmış fakat devamlı olamamıştı. En verimli örneği  İspanya Franko rejiminde görülmüş olsa da, İspanya ancak Franco’nun öldümünden sonra baskıdan kurtulunca, çağdaş ülkeler sırasına girebildi. Tito’dan sonra Yogoslavya hemen parçalandı.

 

Sosyalizm

Hernekadar bazı ülkelerde Sosyalizm’in Kapitalizm’i yok edeceği gayesi güdülürse de, hâlen ABD’de, İngiltere’de ve başka birçok demokratik ülkelerde Sosyalist Partilerinin ilkesi şöyledir: Üretimin devlet mülkiyetinde olmasını, gelirin dağıtımının mevcut başka sistemlerin demokratik, barışçı ve parlemento eliyle değiştirilmesini öngörür. Doğal kaynakların, temel endüstirinin, bankaların, enerji kaynakları ve sevislerinin miilileştirilmesini ister. Endüstirinin ve ticaretin tekellerde olmasına, kamunun çıkarına aykırı olması nedeniyle karşı çıkar. Birtaraftan küçük girişimlerin özel kişilerde olmasını teşvik ederken, diğer taraftan, hiselerinin idarecilerinin eline geçmiş olan işletmelerde, mülkiyetin devlete geçmesini arar.

 

Kominizm

  1. yüzyıl Avrupasında çabuk gelişen endüstirileşme içinde kapitaizm’in yeni bir fakir gurubu yarattığı düşüncesi, sosyalizm’in güçlenerek Kominizm’in doğmasına ve yayılmasına neden oldu. 19. yüzyılın son yarısında sosyalizm ve kominizm sözleri birbiriyle değiştirilebilir anlamda kullanıldı.

Karl Marx (1818-1883), 1848’de yayınladığı “Komünist Manifesto” ile kapitalist sınıfının çökeltilerek, işçi sınfıyla değiştirileceği fikirlerini getirmişti. Karl Marx ve yardımcısı Friedrich Engels, Kapitalizmden kurtulmak için şiddet gerektiren bir ihtilalin olmasının kaçınılmaz olduğuna inanırlardı. Halkın sınıf farklarının kalkması, mülkün ve endüstirinin müşterek olması ve halkın uyum içerisinde yaşayabilmeleri için, bunun kaçınılmaz bir aşama olduğunu kabul etmişlerdi. Ne Marx ne de Engel sistemin uzun vadedeki uygulamaları hakkında kesin bir fikre sahip değillerdi. Nitekim sistemin otoriter ve totoliter baskısız çalışmayacağı, ve ütopya olarak kalacağı kısa zamanda görüldü.

Sistemin ilk uygulama alanı olan Rusya, henüz tamamen endüstrileşmemiş, işçi sınıfı hâkim olmayan, hem çok büyük, hem çok fakir bir ülke olduğundan, Marx’ın teorisine tamamen uygun değildi. Vladmir Lenin (1917), ve arkasından gelen Joseph Stalin’in uyguladığı kanlı diktatörlük rejiminden ötürü Kominizm, Marx ve Lenin’in ideallerine dayanan totaliter rejim olarak gelişti. Stalin’in zamanı en yüksek ve kanlı devriydi, sekenli yıllarda da Michael Gorbachev’in reform gayretleriyle son buldu.

  1. yüzyılda bazı düşünürler Kominizm’in Marx’ın düşündüğü kadar kapitalizme karşı olmaması gerektiğini savunmuşlardı. Alman Eduard Benstein, revizyonist olarak politik birleşme yoluna giderek, evrimsel düzeltmelerle Kapitalist sisteme yaklaşmayı önermişti. Bir anlamda Gorbachev’in yapmak istediği de buydu, fakat prosterika ve Glasnot devrimleri tamamlanamadan, aşırı liberal ve tecrübesiz Boris Yeltsin’in gelmesiyle, sistemin tamamen çökmesinin yanında, kapitaizme yaklaşım da başarısızlıklara uğradı.

 

Maoizm

Üçbinbeşyüz yıılık tarihe sahip Çin halkı hiçbirzaman demokrasiye kavuşmamıştır. Bütün hanedanlar Dünyanın merkezi, her gücün başı olarak, çok zaman sanal bir büyüklük inancında,  İmparator tarafından yönetilirdi. İmparator memleketin sınırlarını bile belirlemez, kendisini evrenin hakimi görürdü. Ayrıca merkezi Çin ile, Mongol, Tibet, Türkmenistan, Vietnam, Laos, Hunan, Kore, …… imparatorluk altında yüzyıl boyunca kalmış olsalar bile, biz ve onlar, iç ve etraftakiler, ayrılımı süregelmiştir. Her devirde bağmlılık birleşime fırsat verilmeyerek sağlanmıştı. Hiçbir ülkeye benzemeyen Çin’i bugünki tutumu eskisinden çok farklı görülmüyor.

Emperaylist Batı’nın sömürüsünden, Japonyanın tarizlerinden yıpranmış Çin, 1928’de Chieng Kai-shek’in gücü ele geçirmesiyle yeni bir tip otokratik rejime girmiş oldu. Ayni yıllarda  Mao Zedong ihtilânin başından beri Rusyada Kominist olarak yetişmekteydi. 1949’da koyu Marksizm, Leninism ve Konfüçyüsizm karışımı inançla Çin Kominist Partisini (ÇKP) kurarak, Çin Halk Cumhuriyetinin 1976’da ölümüne kadar başında kaldı. Kısa zaman sonra Kominizm ikinci plana atılarak, aşırı bir otokrasi uygulamasının yanında, eski hânedanlık alışkanlıklarını devama başladı. Mao zamanında Çin’in kısmen kalkınmaya başlamışsa da asıl ekonomik ilerleme Den Xioping (1978) sonra da Şiang Zemin zamanında başarıldı.

Son dönem, ÇKP’nin kominizmi sadece idolojik olarak yön vermek için kullanıldığını, ekonomik ilerlemelerin kapitalist uygulamaların otokratik yaklaşımla yürütüldüğünü gösteriyor. Kapitalizm’in beraberinde getirdiği insan özgürlüğü ve hakları, Çin’in bütünlüğünü tehdit eden en büyük unsur olarak beliriyor. 1989 Tianenmen meydanı olayları demokrasinin köklenmemesi için bilinçli yapılmış bir uyarıdır. Çin’in uluslar arası teamüle aykırı uyguladığı kapitalizm, çok çabuk ilerlemesine neden olurken, bize her iki sistemin de zayıf taraflarını gösteriyor.

 

Kapitalizm

Kişilerin veya şirketlerin üretimi, ürün ve işgücü alışverişini,  çeşitli pazarlarda ve istedikleri fiat ayarlamaları ile yapabildikleri ekonomik ortamdır. Üretimi, fiatlamayı, alış-veriş, tüketimi, devlet kontrolü olmadan, kendi kendisini ayar eder şekilde çalışacağı düşünülmüştü. On sekizinci yüzyılda başlayan endüstiri kalkınmasıyla gelişmiş, büyük bir gelir artımı yaratmıştır. Uzun süre devam eden kalkınma aşırı hızlanma ve yavaşlamalara neden olmuş, büyük şirketlerin birleşmeleri (tröstleşme) sanayide eşitsiz rekabet (monopoli/tekelleşme) yaratarak küçük iş sahiplerini zarar vermiş, 1929’daki büyük çöküşle sonuçlanmıştır. Waynard Keynes’in önerilerinden sonra, tröst karşıtı yasalar getirimesi tekelleşmenin önüne geçmekte kısmen başarı olmuştur.

 

Yeni yüzyılın sorunları

  1. yüzyılda batı dünyasının kapitalizmle gelişmiş büyük güçlerinin sadece kendi ülkelerini değil, az güçlü diğer ülkeleri de ekonomik hegemonyaya almasının, demokratik idarelerde emperyalizmin doğmasına neden olduğunu görüyoruz.

Karl Max: “Burjuvazi, sürekli genişleyen bir pazara duyduğu ihtiyaç nedeniyle yerkürenin en ücra köşesine kadar gider. Burjuvazi dünyanın her köşesinde yuvalanmak, yerleşmek, ilişki kurmak zorundadır. Burjuvazi dünya pazarını sömürmek amacıyla gittiği her ülkede üretime ve tüketime kozmopolit bir nitelik kazandırır. Buna karşı çıkan gericilerin tepkilerine aldırmadan ulusal sanayinin üzerinde durduğu zemini yıkar ve ulusal sanayiyi olduğu gibi yok eder. Yok olanların yerini alan yeni sanayi kuruluşları artık yerli ham maddeleri değil, dünyanın en ücra köşelerinden ithal edilen hammaddeleri kullanarak üretim yapar. Ürünlerini yalnızca kendi iç pazarında değil dünyanın dört bir yanında pazarlar. Ülke içinde yapılan üretimle karşılanan talep ve isteklerin yerini, uzak diyarlardan ve iklimlerden ithal edilen ürünlere yönelik talep ve istekler alır. Yerel ve ulusal düzeyde kendine yeterlilikten vazgeçen uluslar karşılıklı bağımlılığı benimser……… Kısacası burjuvazi kendi imajına göre bir dünya yaratır.” Diyerek bugün çinde olduğumuz durumu 159 yıl evvel tahmin etmiştir.

Kapitalizmin babası sayılan Adam Smith de: “ Kişisel çıkarlar, kişisel mülkiyet ve satıcılar arasındaki rekabet, üreticileri sanki görülmez bir elle, niyetleri olmayan sonuca, toplumun aleyhine sürükleyecektir” tahmininde bulunmuştur.

 

Vardığımız yer

Marx’ın sözünü hatırlayalım:“Her Tarihi çağda, hayat şartlarının doğurduğu hâkim olan ekonomik sistem, toplumun politik ve zihinsel düzeninin tarihini belirler.”

Büyük resme baktığımızda:

Faşizm her yönüyle günümüzde uygulanamayacak bir rejim olarak belirirken, radikal din bağımlaşmasında tekrar karşımıza çıkıyor.

Sosyalist başlangıcın Kominizme dönüştüğü, Kominizm’in otoriter bir rejim olmadan çalışmadığı izlieniyor. Rusya, Çin, Küba, yeni uyanan güney America ülkeleri,  bunun örneklerini oluşturuyor. Rusya’nın seksenli yıllarda Kominizmin çökmesiyle Pazar ekonomisine, yani kapitalizme kaydığı halde, demokrasi ile başarılı olamağı ve Putin’in tekrar getirdiği otokratik yöntemlerle, Sosya-Kapitalist uygulamalarında, kısa sürede başarıları izleniyor.

ABD’nin komşuları Orta ve Güney Amerika ülkeleri, demokratik rejimin en çok tesirinde olmaları gerekirken, Kapitalizm’in yozlaştırılmasından ve ABD emperyalizmine olan tepkilerinden, tekrar kominizme, otoriter rejimlere dönüş yapıyorlar.

Yarım asırdan fazladır koministlik kısvesinde otoriter idaredeki Çin’in, bir yandan en koyu marxsizmi uygularken, diğer yandan en ileri Kapitalist yöntemleri, ABD’nin kopyası denebilecek bir nitekikte, aşırı devletçilikle uyguluyor.

Toplumlara eşitlik ve refah sağlanması beklenen Marx’ın ütopyası Kominizm, yardım edeceği kişilere otokrasi uygulaması gerektirdiğinden, çalışmıyor.

Her kişiye ve girişimciye iş ve kişisel yaşamında özgürlük, eşitlik, ve refah hedefleyen kapitalizm, gene kişinin ihtirasına kurban giderek, küresel monopoliye, hegamonyaya, emperyalizme dönüşüyor, toplumların zararına, kısıtlı tröstlerin yararına çalışmaya başlıyor.

En demokratik sistem bile, insan ihtirası, ‘daha fazla’ isteği ve iktidar tutkunluğu, üstün güç, aşırı servet,  peşinde, kişisel boyutlardan, ülkeler arası evrensel boyutlara uzanarak, akâmete uğruyor, hiçbirisi mükemmel çalışmıyor.

 

Sol ve Türkiye

Ekonomik şartların egemen olacağı 21. yüzyılda, insan özgürlük ve haklarına yer vermeyen hiçbir rejimin etken olması beklenemez. Bu tür uygulamalar kendilerinden evvelki deneyler gibi geçici olacaktır. Sorun demokratik kuralları serbest ekonomi kurallarıyla bağdaştırabilip, küresek hegamonyaya ve emperyalizme dönüştürmeden uygulayabilecek yöntemleri bulmak ve çalışabileceği ortamı yaratmaktır. Saygın bir idare için, Sosyalist-Kapitalizm gene en uygun temel olarak beliriyor.

 

Dünya çökmüş sistemlerle bocalarken, Türkiye Atatürk’ün, seksen yıl evvel bugün gerekeni seçip uyguladığını unutmuş, akıntıda sürükleniyor.

 

Türkiye’de SOL’un ne olduğunu anlamak, önümüzdeki seçim yılında çok önemlidir. Yalçın Doğan’ın 28 Şubat’ta Hürriyert gazetesinde çıkan, “AKP’yi iktidara Sol getiriyor, ……………..”  başlıklı yazısının, uzun yıllardır belirsizliğini koruyan Sol sorusunu tekrar gündeme getirmesi gerekirdi.

Türkiyede SOL denildiğinde ne anlaşılması gerektiğini üstadımız İlhan Selçuk 1968 de çıkan yazısında şöyle izah etmişti:  “Sol kavramı gökten yere inmiş değildir. Batı Avrupa’nın parlamento tarihinde doğmuştur, halktan yana olan ve ileri fikirler taşıyan milletvekilleri, meclislerde solda oturduklarından bu soy akımlara ‘sol’ adı verilmiştir. Eğer vaktiyle Fransa’da Cumhuriyetçiler sağda ve Kralcılar solda otursalardı, belki de bugün sağcılara solcu, solculara sağcı denecekti… Zenginlere karşı yoksulları savunan milletvekilleri ‘solcu’ adıyla anılmışlardır; teokratik (dinci) devlet anlayışına karşı laikliği savunanlar da solcudurlar. Solculuk ve sağcılık tarihsel çizgisi içinde durmadan gelişir…”  “Türkiye’de ümmetçiliğe karşı milliyetçilik solculuktur; padişahlığa karşı Cumhuriyetçilik solculuktur…”

Kısacası Türkiye’de SOL kullanılmının yukarıdaki Kominist rejimiyle bağlantısı yoktur. Partilerin sağ sol olarak belirlenmesi günümüzün daha önemli sorunları karşısında itici bir ayrılık yaratmaktadır. Sol ve Solculuk, koministlik anlamına gelmez, bu bilinmelidir.

 

Yalçın doğan yazısını şöyle devam ediyor: “……………. Sorumlu Baykal. Sol bir araraya gelse, AKP’nin iktidar şansı yok. AKP şanslı çünki Sol’un dağınıklığı AKP’ye yarıyor. Çünki, Sol’un biraraya gelmesini Baykal engelliyor……”

 

CHP doğurduğu tehlikenin farkındamı?

 

Turgut A. Karabekir

turgutk@gmail.com

 

 

 

About The Author