Birey isterse vatan kurtulur

Demokratik rejimlerde; seçimlerin kurallara uygun yapılması, ve sonuçlarının halkın çoğunluğunun yararına çalışacak şekilde yapılaşması beklenir. Diktatörlükte ise; halkın ülkeyi yönetecek olanları seçme hakkı olmadığından, böyle bir sorun yaşanmaz. Halk şanslı ise yararlı bir idareye sahip olur, değilse türlü olumsuzluklarla karşı karşıya kalır. Yurdumuzda, kuralların yanlış olmasının, uygulamanın çürük temellere dayanmasının, zaten tamamiyle yerleşmemiş demokrasiden uzaklaşmamıza, ve yozlaşmasına neden olduğunu görüyoruz.

Türkiye’nin içinde bulunduğu nâzik durumda önümüzdeki seçimlerde değişik bir ortam yaratılmasına verilmesi gereken önem, nihayet gündem hâline gelmek yoluna girdi. Artık birçok kişi partilerin kendi başlarına hiçbir değişiklik sağlayamayacağını anlamış olarak konuşuyor.

İktidar ile göbek bağı olan gazeteler hâlâ çıkarlarınından vazgeçemiyor ve yazarları hâlâ bu konuya yaklaşmıyor. Çok azı, dolaylı olarak fikirlerini açıklamaya gayret ediyorlar.

Partilerin ise daha akılları başlarına gelmiş değil. Hâlâ küçük hesaplarla oy saymakla, imkansız olan tahminlerde umut aramaktalar. Az olsun, benim olsun düşüncesiyle, vatanın nekadar zorluklarda olduğunu sanki görmüyor gibi davranıyor, halkın da olanları anlamayacağı varsayımıyla, başları kumda debeleniyorlar. İktidar’a kızgınlıklarını podyumlarda, meydanlarda, haykırarak birşey yaptıklarını sanıyorlar. Halk bu yaygaralardan bıkmış usanmış, dinlemiyor bile. İçlerinde çağdaş bir bilgi, görgü, lisan ve özgüvenle konuşabilen baştakiler değil, arkadan öne geçmelerine imkan verilmeyen birkaç kişi.

Çoğunluğun şimdilik birleştiği nokta şüphesiz AKP’nin bir miktar kan kaybetmekte olduğu. Ancak bunun seçim zamanı ödüller dağıtılmaya başlandığında ne boyutta olacağını kimsenin kestirmesi mümkün değil.

Sağda olası bir ittifakın verimliliğine ise fazla bel bağlamak henüz ümit verici sayılmadığı gibi, kan kaybetmiş AKP’nin elinden bile çoğunluğu alabilmeleri mümkün görülmüyor.

ANAP’ta Erkan Mumcu, AKP’nin Refahtan artakalanları toplama tabiyesini kullanarak, AKP’den ayrılacakları toplama arzusunda. İrticadan kopamamış bir düşüncede olduğunu belirttiğinden, kendi başına başarılı olma şansını şimdiden kıstlamış oldu.

MHP, AKP’den canı yanıp şimdilik ayrılacağını söyleyen gençlerin kendine katılacağını düşünerek, olası bir birleşmeye yeşil ışık yakmamakta şimdilik ısrarlı.

Diğer yandan, DYP’de Mehmet Ağar ise tuhaf şeyler yapıyor. Şimdiden TSK’lerini rencide etmiş, PKK üzerinde hazırlıksız sözlerle, yanlış kapı çalıyor, belki de bilmediğimiz hesapları var.

Seçilme yaşının yirmibeşe indirilmesi ise, hâlen meclisteki en genç yaşın otuzbeşin üstünde olduğu bir ortamda, değersiz bir oyundan ibaret. Bu gençeler seçilse bile, kan vereceklerse, kanlarını verebilecekleri temiz bir yer varmı? Bu değişiklik olsa olsa AKP’nin son yıllarda özel olarak yetiştirmekte olduğu gençlerin katılımı ve yönlendirilmesiyle, kendisine yarayacaktır. Muhalefet bunun de farkında görülmüyor.

Şimdilik yazabilenlerin birleştiği tek nokta; Sol’da bir anlaşmanın en etkin sonucu vereceği. Bunun için de gözler en örgütlü, en eski, en varlıklı, en çok taraftarı olmuş, Cumhuriyet’in kuruluş partisi, Atatürk’ün ilkelerini taşımış olan, CHP’ye çevriliyor.

CHP için söylenenler, yazılanlar ise pek iç açıcı değil; CHP bugüne kadar en çok taraftar,  üye ve milletvekili kaybetmiş parti. Kaybetmiş olduklarının çoğu da, en değerli elemanları ve üyeleri. CHP yıllardır etkin bir iktidarda da bulunmuş değil. Parti sanki muhalefete temel atmış, bel bağlamış bir görünümde. Muhalefette bile hiç başarılı olamadığı kesin.

İnternet üzerinde gelişen ve Baykalın çekilmesini ön koşul gören Milli İrade kampanyası, Vatan gazetesinde Sayın Erol Çevilçe’nin konuya vurguları, ve Radikal İKİ’in 22 Ekim sayısında CHP nereye gidiyor yazısnda Sayın Fuat Keyman’ın “tüm bu sorunların ve başarısızlıkların temel nedeni, yaşanılan liderlik sorunu ve bu sorunun bugün kristalleşmiş sembolü Deniz Baykal’dır” tür uyarılar, durumun ivedeliğini göstermeye çalışıyor. Cumhuriyet gazetesinde Oktay Albay’ın 24 Ekim yazısında bir okuyucu mektubunu aktarıyor: ” ……….. Benim soyum CHP’li, ruhum da CHP’li.. ama şimdi hangi partiye oy vereceğim diye düşünüyorum. Seçmen, CHP’ye evet, Baykala hayır ” sözlerini artık görmemezlikten gelemeyiz.

Herkez, Sayın Baykal’ın etrafındaki 4-5 kişiyle birlikte kurmuş olduğu nufuz edilemez diktadan şikayetçi. Partinin atâlete düşmesini; arkadan gelenlerin önünün kapandığına, demokratik bir hakları kalmadığına, kısacası CHP’nin bir HALK partisi olmaktan çıkarak, Deniz Baykal’ın partisi hâline dönüştüğüne bağlıyorlar.

Parti toplantılarında ve her fırsatta, muhalefete kızgınlık gösterilerinden ileri gidilemedeğinden yakınıyorlar. Bu gösteriden CHP taraftarları bile bezmiş durumda. Partinin uzun zamandır iktidar olma arzusunu kaybetmiş olduğunu ve sanki muhalefetin rahatlığında kalmayı kabul ettiklerini düşünüyorlar. Hiç değilse dışarıya aksettikleri manzara bu.

Durumu yakından bilenler ikiye ayrılıyor:

Çoğunluk Baykal’ın hiçbir şekilde diktasını kaldır(ma)yacağına, başkanlıktan çekilerek yolu arkadan gelenlere aç(ma)yacağına inanıyor.

Az bir kısım ise, bütün başta kalma ihtirasına rağmen, dürüst bir kişiliği olan Baykal’ın vatan sevgisinin kaybolmamış olduğunu, işler sarpa sardığında gereken değişikliğe yol açacağını ümit ediyor. Endişe, Baykal’ın bu sorumluluğu yerine getirmesinin geç yapıldığında bir işe yaramayacağı.

Diğer yandan, siyasi ortamın ezelî hastalık devam ediyor, ve yeni partiler kurulmak yolunda. CHP’nin bugünki yapısının arkasında, herhangi bir değişiklik getirebilecek kimselerin katılmayacağına inanlar, çareyi yeni bir parti kurarak, CHP’den kaçmış, ve şimdi ayrılmasını ümit ettikleri değerli elemanları, çatıları altına toplamak arzusundalar. Bu tür bir girişimin zaten sayıları otuzu geçmiş partilerin sayısının daha da çoğalarak, oyların daha da bölünmesine neden olacağından ötürü, büyük endişe yaratıyor. En kötüsü, AKP’nin ekmeğine yağ sürüyor.

Düşünürler, Türkiyenin içeriden dışarıdan kuşatılmış olduğunu, aşırı sağa kaymanın getireceği olumsuzluklar yanında, AB ve ABD gayelerinin yurdumuzu parçalamaya kadar dayanacağını, ve bu aşamaya gelindiğinde gene ordunun müdahalesinnin gerekeceğinden endişeliler.

Bu olasılığın sorumluluğunu da partilerin, bilhassa CHP’nin, durumun vahâmetini kavramayıp, statüsko’larını korumakla yetinmelerine bağlıyorlar. Dolayısıyla, vatanın içine girmekte devam ettiği çıkmazdan kurtulmasının anahtarının, hiç değilse daha çok taraftarı olan solda, Baykal’ın çekilmesine bağlı olduğu inancı gittikçe daha somutlaşıyor.

Çeşiti çevrelerde yaygın olarak konuşulan tek özlem, Baykal’ın ayrılması. CHP’nin içinde, bugün sevilen sayılan, medyada olumlu karşılanan, dikta dışında, sivrilmiş değerli elemenlar var. CHP’yi, geçen kış yaşanan Şişli keosna düşürmeden, başkanlığı Baykal’ın kendi eliyle, bilinçli bir şekilde, devretmesi konuşuluyor. Şimdi gerçekleşecek böyle bir girişimin CHP’nin taraftarlarını geri toplayacağı, alacakları oyu en az iki misline çıkaracağı, TBMM’inde çoğunluğu alabileceği inancı var.

Artık kişisel çıkarları devam edenler hariç, AB ve ABD davulu çalanların birçoğu Türkiye’yi de içine alan BOP’nın yurdu parçalamak gayesini güttüğünü nihayet kavradılar. ABD’nin politikasının kürreselleşme adı altında, yüzyıl evvelki emperyalizmin, ekonomi cübbesi giymiş, çağdaş emperyalizm uyguladığını, ve her ne pahasına olursa olsun, oradaki ülkeleri istediği biçime sokarak, Hazer bölgesi ve Ortadoğu’yu kontrolü altına almak olduğunu görmeye başladılar. AB hayelinde verilmekte olan tavizler, ABD gayelerinin yaratacağı durum, bunlara ordunun müdahalesi endişesi, gelmesi arzu edilen yeni yönetimin mevcut partilerin bugünki haliyle halledilemeyeceği endişesi de çok yaygın.

Yurdu kıskıvrak sarmış olan sorunların, çok partli bir koalisyon meclisinde çekişmelerle geçecek, şahsi çıkarlar peşinde koşanların, partiler arası kavgaların gölgesinde halledilebileceğine şüpheyle bakmamak mümkün değil. Zaten pamuk ipliğiyle sıcak paraya bağlı olarak zorlukla yaşatılan ekonominin, böyle bir karmaşada daha da derin zorluklara düşeceği, gene dış tesirlere boyun eğileceği korkusu da hakim.

Durum AKP’nin hatalarından kendilerine puan kazanma yolunu tutmuş bir yaklaşımdan ziyade; programlı bir şekilde yurdun çıkarları için çalışacak, çalışmayı vaad edecek, halkın itimadını kazanacak, bir ittifakı gerektiriyor.

Dünyada dönen dolapların vahâmetini kavramış olan kesim, kendi ayakları üzerinde durmak gücünde olduğumuza inanan bir Türkiye yönetimi özleminde:

  • Halk, hiç değilse vatanın geleceğinin sorumlusu düşünürler, artık Washington’u ziyaret ettikten sonra kampanya yapan partileri istemiyor.
  • Artık ABD direktifleriye hareket eden bir yönetime tahammülü yok. İktidarı ABD’nin değil halkın seçmesini istiyor.
  • AB havucundan kendini kurtarmış, bizi parçalamayı hedeflemiş isteklere hayır diyebilmeyi, gerekirse katılmayı askıya alabilecek, vatanı düşünen haysiyetli kişiler istiyor.
  • Ne halkın, ne de ordunun, artık göbekbağı olan partilere tahammülü yok.
  • IMF boyunduruğunu kontrole alabilecek, borç ödemelerini gerekirse erteleyecek,
  • Dışarının kısıtlamalarından, baskılarından kopmuş, bir ihracat ve ticaret politikası,
  • Bizi iflasa sürüklemeyi durduracak şuurlu bir ithalat politikasi,
  • Tarım’ı tekrar canlandırma politikası,
  • Madenlerimizdeki haklarımızı geri alma politikası güden,
  • Atatürk ilkelerine dönecek, gücümüze, yapıcılığımıza, başarılı olabileceğimize inanmış,
  • Aralarında kavka edeceğine, memlektin sorunlarını çözmeye çalışan bir TBMM istiyor.

Sorun bunların kimler tarafından yerine getirileceği!

İşlte halk burada ümitsizlikte. Altmış yıldır dinlediği martavallar, seyrettiği partiler arası çelişkiler, gelenlerin çoğunun kendi cebini doldurma çabaları, yolsuzluklar, yanlış yapılan işler, yapılmayan işler, halkı bezdirmiş, umidini kırmış.

Bugün bizi parçalamak yolunda olan aynı emperyalist güçlerin elinde yüz yıl evvel, gene yurt böyle bir çıkmazda iken, tek kişinin iradesi ve dehâsı ile, her zorluk yenilip, şehitlerimizin canlarını hediye etmesiyle, bu vatanın kurulması başarılmıştı.

Yüz yıl sonra, benzeri bir çıkmazda kaderin cilvesi kurtulmamızı gene bireylerin katkısına bırakmıştır.

Bu bireysel hareket, CHP’nin yeniden yapılanması için önünü açaçak, partiden kaçanların geri gelmesini, ve bir ittifakın oluşmasını sağlayacak, Sayın Deniz Baykal’ın diktayı dağıtarak, başkanlığı başkasına devremesidir.

Bukadar büyük bir gayeye erişmek için yetecek,

Bukadar ufak kişisel bir fedakarlık,

Ondan doğacak bukadar büyük tarihsel bir şeref,

Seksenüç yıldır hiçkimseye nasip olmamıştı.

Bakalım, Sayın Baykal ve CHP diktası çekilerek bu şerefe layik olduklarını gösterebilecekler mi?

Türkiye’nin alacağı yön ile tarihin akımını birkere daha değiştirmek fırsatını elinde tutan  bu bireylerin, tarihe isimlerinin nasıl yazılacağı kendi seçeneklerine bağlı.

Unutulmaması gereken, zaten kökü AKP dayanan Mumcu’nun ve/veya hâlâ türbanı zararsız bulan Ağar’ın, son dakikada bir AKP-ANAP veya AKP-ANAP-DYP koalisyonu olasılığı.

Olmaz diyenlere Erbakan-Çiller koalisyonunu hatırlatmakta fayda var.

İşte bu olduğunda halk ağlar, CHP diktası dizini döver, tarihin ne yazacağı da bellidir.

About The Author