Gene uyutuluyoruz

 

Elli yıla yakın bir süredir yakınen tanıdığım Amerikan halkının çok olumlu, saf, iyiliği isteyen insanlar olduklarına inanıyorum, ve onlara karşı bir husumetim yok. İtirazım ABD yönetimine karşı. Altıyüz yıllık ilişkilerimizden ötürü Avrupa’lıları hiçbir zaman sevmedim ve itimat edemem, yönetimlerinin de herzaman bize karşı ikiyüzlülükle hereket ettiklerini düşünüyorum.

Batı adını verdiğimiz bu toplumun asırlardır birbirlerine yaptıkları eziyetin, katliyamın, hatti hesabı yok. Böyle olduğu halde herkeze, bilhassa bize, insan hakları fetvaları vermekten çekinmezler. Bizi de komplekslerimizden ötürü bunu yutar ve altında eziliriz.

Birçok musevi arkadaşım ve dostum var, onlara karşı husumetim yok. İtirazım İsrail yönetimine karşı. Geçen gün İsrail Başbakanı Ehud Olmert gazetecilere: “Hiçbir Avrupa ülkesi İsrail’in yaptığı kadar kontrollü davranamazdı,.. Kuzeydeki halk yirmi iki gün sığınaklarda kaldı”, diye şikayet ediyor. Bukadarı da çok fazla. Lakırdıya neresinden bakarsak bakalım utanç vericidir. İsrail’in yaptıklarının katliam olduğuna artık aklıbaşında kimsenin şüphesi kalmadı. Olmert beyfendi, mazur görünmek için, Avrupalıların daha da beter olduğunu söylemek istiyor, belki de haklı. Öyle ya bukadar vahşet yapılırken daha kötü olmayan, seyirci kalabilirmi? Haklı olduğu bir nokta daha; Lübnan HALKI sığınaklarda kapalı kalmadılar, çünki ne sığınakları var, ne de saklanacak yerleri, kaçabilen kaçıyor, kaçamayan çoluk, cocuk, kadın, acımaksızın vuruluyor.

ABD yönetimi hâlâ İsrail’in arkasında, olanları destekliyor.

Arap ülkeleri korku içinde gıg deyemiyor, bu vahşeti üç haftadır sessizce seyrediyorlar.

Rusya, Çin, neredeler? Acaba iletişim bozukluğumu var? Haberleri almıyor olsalar gerek?

Orta çağlarda değiliz, karanlık asırlarda da değiliz, yirmibirinci yüzyılda, demokrasi davulu çalan, sözüm ona uygarlık modeli olacak ülkelerden bahsediyoruz. Siviller, çocuklar, kasden vuruluyor, yakılıyor, eziliyor, ve bu facialar içerisinde iğrenç politika devam ediyor.

Bu vahşetin hakiki gayesini saklıyorlar, ve utanmadan bizim de binlerce askerimizi gönedememizi, bu katliama karışmamızı, Hizbullah’a karşı tampon olmamızı istiyorlar.

İşin en acı tarafı, biz buna olumsuz bakmadığımızı ifade ediyoruz. Aramızda “Gidersek Ortadoğuda hakimiyetimiz olur” diye düşünenler bile var.

Batı’lılar bizi ateşe çekmek istiyorlar, biz hayeller peşindeyiz.

Bu arada fırsattan istifade PKK meselesinde biraz bastırıyoruz. Amma orada da tam bir uyutma, aldatma tabiyesiyle karşı karşıyayız. C. Rice, soruna daha ciddi yaklaşmamız lazım diyor. Talabani büyük bir lütüf yapıyor, “Bazı PKK ofislerini, geçiçi olarak, kapattım” diyor.

Ve Türk yönetimi, basını, halkı, hemen hemen, sessiz sedasız, duyarsızlıkla, seyrediyor.

Basın hâlâ onun bunun cenaze haberleriyle, kaçırılan çocukla, dedikidularla uğraşarak, yanlış birşey söyleyip sorumluluk yüklenmek korkusuyla, kenarda bekliyor.  İşler kötüye gittikten sonra, Yanlış yaptınız, demek için pusudalar.

Bütün olanların aktında yatan yalan: Kürreselleşme!

Kürreselleşme, iyi niyet sahibleri veya kısa görüşlülerce, asrın gelişmelerine uyum olarak anımsanıyor. Amma kürreselleşmekten yararlanmış birtek ülke bile olmadığını düşünen yok gibi.

Hakikatte kürreselleşme, büyük güçlerin, kendinden küçük olanlara, ekonomik, sosyal ve toplumsal alanda, kendi çıkarlarına en uygun şekilde hareketlerini sağlayacak bir baskıdan başka birşey değil. Genel anlamda, kendilerine mühtaç, daha geniş Pazar temini.

Kürreselleşme adı altında herkezin birkaç büyük güç’ün hegemonyasına girmekte olduğunu seyredip oturuyoruz, onların tuzağına gönüllü olarak kayıyoruz.

Tarihte hiçbirzaman bütün dünyanın geleceğini etkileyecek bukadar geniş kapsamlı, bukadar vahşice bir komplo tezgahlanmamıştır. Büyük Ortadoğu Planı adıyla sahnede olan bu oyun, bizi de mahvedebilir, mahvetmek üzeredir.

Oyunun bu perdesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Ortadoğu ateşine atılması var.

Hiçbir şekilde biz bu komplonun içerisine girmemeliyiz. Asker göndermemiz vahim bir hata olabilir.                                                                               

About The Author