Birlik mi? Cephe mi?

 

Uzun süredir yazmakta olduğum “gelecek seçimlere hazırlık” konusunda, geçen haftaki yazımla son vermiş olduğumu düşünürken, ana bir unsuru dikkate almamış olduğumu fark ettim.

Bağımsız Cumhuriyet Partisi’nin (BCP) iletişim organı olan Pusula adlı yayınında, Sayın Fevzi Coşkun’un değerli analizinini okuduğumda, önermekte olduğum CEPHE ile onun ele aldığı BİRLEŞİM arasındaki farkı belirtmem gerektiğini düşündüm.

Yazının haklı olarak sıraladığı ayrıntılarına girmeden, “birleşim’i”, aynı fikir, aynı gaye, aynı anlayış içerisindeki kişilerin, partilerin, beraber çalışmak için bir araya gelmesi olarak özetleyebiliriz. Bu şekildeki bir çabada olağan nedenlerle değişik gaye, fikir ve anlayışların değişmesini, yâni birleşmiş bir şekle dönüşmesini beklemeyi ben ütopik bir girişim olarak alımsıyorum. Uzun yılların, değişik gerekselerin yarattığı tutumların bir kenera atılmasını mümkün olarak göremiyorum. Zaten yazar da, açıkca söylemese de, bu tür engellerden ötürü, olamayacağını maalesef ortaya koymakla yetiniyor.

Bence yazıdan doğan ilginç gerçek, birleşme olmadan güçlerin tek gaye uğruna bir çalışmaya girmelerinin hesaba katılmamış olması. Belkide aylardır yapığım uyarılarla bir başlangıç oluşmamasının nedeni de budur.

Yapılması gereken, partilerin kendi yerleşmiş fikir, gaye, ve anlayışlarını muhafaza ederek, bizi içine düşürmüş oldukları çıkmazdan kurtarmak için, yâni uygarlığımızı kaybetmemek uğruna, bu savaşı vermek için, bir CEPHE oluşturmalarıdır.

Partilerin kişilikleri ve dogmaları aynı kalarak, birleşik devletlerde olduğu gibi, bir CEPHE oluşturabilirler.

Pargmatik bir açıdan bakıldığında, toplumun çoğunluğunu temsil eden bir meclis içerisinde değişik fikirlerin mevcut olması, tartışılabilmesi, ve toplumun çoğunluğunun oyunu temsil edenler tarafından kararlar alınabilmesi, demokrasinin esasıdır.

Bu böyle iken, çok sayıdaki, değişik fikir, gaye ve anlayıştaki partilerin bir arada çalışabilmelerine iki engel düşünülebilir;

Birincisi sandalye sevdası ve ihtiras olabillirse de, içinde bulunduğumuz durum devam ettiği takdirde, o kişilerin ihtiraslarını tatmin edebilecekleri ortamın mevcut olamayacağını bilmeleri yeterli olur.

İkincisi ise vakitlerini çoktan doldurmuş, başarısızlıklarını tekrar tekrar kanıtlamış bazı başkanların yolu kapatmakta olmalarıdır. Şayet bir uygarlık savaşı vermemiz gerektiğini kabul etmezler ise, bu engeli aşmak da mümkün olamaz.

Nasılki İstiklal savaşımızda, değişik anlayış ve bağlılık içerisinde olan toplumumuz, bu vatanı kurtarmak uğruna, İSTİKLAL elde etmek için, aynı cephede buluşup, sekizyüz yıllık imparatorluğa son verebilmişse, bugün de uygarlık savaşımızda bir CEPHE oluşturabilir.

O günün istiklal savaşı ile bügünün uygarlık savaşının yegane farkı, top tüfek ile yapılması yerine bügünki silahın sadece anlayış, uyum, ve oyumuz ile olmasıdır.

Gerek toplum, gerek partiler mensuplarınca, yılların birikintisi olarak doğmuş ayrılımlar yabana atılamaz. Bu nedenle eski başkanların, -Benim altımda toplanın, çağrısı ne âdilanedir nede mantığa sığar, ve hiçbiryere varmaz.

Şayet bazı başkanlar inatla sandalyelerine sarılmakta devam ederlerse, savaşı kazanmak değil, başlamak olanağını bile bulamayız.

Topu tüfeği oyun yüzde altmışbeşi olarak hazır bekleyen bu savaşı kazanmamız için, başta Sayın Deniz Baykal ve benzerlerinin, sahneden çekilerek sahayı başkalarına bırakmaları, kaçmamaları gereken vatan borçlarıdır.

Olamaz demeyin, şayet olmazsa, mevcut seçim kanunu ile, her yere kök salmış AKP anlayışının çoğunluğu kaybetmesi sadece hayelden ibarettir, ve bugüne kadar kazanmış olduğumuz, bütünlüğümüzün ve uygarlığımızın yok olmasına kesin olarak bakılabilir.

About The Author