Ortadoğu ve biz
Ortadoğudaki son gelişmelerden sonra durumun çok daha kötüye gitmekte oduğunu düşünmek yanlış olmaz. Günümüzde savaşların ekonomi alanında başlayıp nükleer felaketine dönüşebileceğini de dikkate alırsak, Dünyanın içine düştüğü durumun geleceğinin çok parlak olmayacağı ortaya çıkar.
Bu tür haberler hernekadar, iç işlerimizdeki sıkıntılar, kuş gribi, hukuki gaflarımız arasında birinci sayfa yeri almıyorsa da, Ahmedinejat’ın batıya meydan okuyarak nükleer programına devam edeceğini açıklamasını kırmızı düğmeye basılmak olarak alımsamak yersiz değildir.
Büyük bir olasılıkla 3. Dünya savaşının nedeni, petrol, dolayısıyla refaha erişmiş ülkelerin ekonomilerini emniyete almak, olabilir.
Bugüne kadar yapılan baskılar, küreselleşmenin, büyük ekonomik güçlerin kendilerinden zayıflara, kendi çıkarları yönünde hareketlerini zorlamaktan başka birşey olmadığını kanıtlamıştır.
Zamanızımızın büyük güçlerinin daha şimdiden çıkarları için bütün insanlık prensiplerini, demokrasi kurallarını, diğer ülkelerin haklarını hiçe sayarak, uzun vadeli programlarını, her ne bahasına olursa olsun, uygulamaya hak görmüş olmaları artık bir gerçektir.
Ekonomik çıkarların, tesadüfler nedeniyle, Hiristiyanlık ve Müslümanlık arasında bir uçurum yaratmaya dönüşmesi de, problemlerin boyutlarını geometrik olarak büyütüyor. Dünyanın en büyük petrol kaynaklarının Müslümanların elinde olmadığını varsaydığımız zaman, problemlerin tamamen değişik eksenlerde ve boyutlarda olacağını düşünmemek mümkün değil.
Yirmi yıl önce gerçek idolojisini kaybedip, imtiyazlılar ve imtiyazsıslar toplumu hâline dönüşen Rus Kominist rejiminin, batının zenginliği baskısına dayanamayarak, ikinci dünya gücü mevkiini kaybetmesinden sonra, ABD üstünlüğü tek olarak yerleşmiştir. Hernekadar ABD kendisinden evvel gelmiş bütün imparatorluklar gibi çöküş yokuşuna girmiş olsa da, hâlen ekonomik ve askeri gücü elinde tutabilmektedir. Bu gücün devamını sağlamak için gereken Dünya pazarını elinde tutmayı, ve kısmen noksan olan petrolünü ödenebilir fiyatlarla karşılamayı garantilemektir.
ABD’nin yerleşmiş bütünlüğüne karşın, AB’nin olgunlaşmamış ve bağdaşamayan birliği, yetersizdir, ve hâlâ aşağılık kompleksleri içerisinde kıvranmaktadır. Batının zenginliğinin bir parçası oldukları halde, komplekslerinden ötürü, Avrupadaki yatırımlarını korumak gayesinde hareket eden ABD’ye bile katkılarını vermemektedirler. Diğer yandan ABD nin arkasında yer almayı hâlâ kendine yediremeyen yeni Rusya da, ikinci bir ayırıcı kama olmuştur. Bu ve benzeri nedenlerle de bugün karşımızda olan Ortadoğu problemi, batının ekonomik emniyetini sağlayacak, perol kaynaklarının uygunsuz ellere düşmemesi şeklinden çıkmış, ABD ile Müslüman ülkeler arasında savaş haline dönüşmüştür. Bu denklem içerisinde İsrail’in mevcudiyeti ve ABD’nin onu kayıtsız şartsız himayesi, zaten gergin olan Müslim, ve Gayri Müslim ilişkilerini patlama seviyesine yükseltmiştir.
Batı dünyası petrol kaynaklarının olumsuz idarelerin elinde koz olarak kullanılmasına müsade etmeyeceğni belirtmiştir.
Batı dünyası nükleer silahlarının olumsuz saydığı güçlerin elinde olmasından duyduğu endişeden ötürü her türlü tecavüzü yapabileceğini göstermiştir.
Başka bir yönden bakıldığında, diğer ülkelerin de nükleer silahları üreterek kendilerini emniyete almalak istemeleri doğal olduğunu düşünürsek durumun vahameti ortaya çıkar.
AB nin ve Rusyanın, kendi çıkarlarına uygun olduğu halde, ABD programına karşı çıkmış olmaları batının bölünmesine neden olmuş, Ortadoğuya ümit vermiş, bügün dünyanın başına çökmekte olan felakatlerin temelini hazırlamıştır.
Bu keşmekeş içerisinde dünyanın yarı nufusuna sahip Çin’in, her gün gelişmekte olan ekonomik ve askeri gücünü hesaba katmamak en yanlış bir tutum olur. Yarının ikinci en büyük gücü, hatta en büyük gücü Çin olacaktır. Çin toprak ve tabii kaynaklara, ve petrole aç bir ülkedir. Batı için Çin’in Arap yarımadasında etkisini kurması en korkulacak bir gelişmedir.
Problemlerin bukadar çeşitli ve karışık olduğu bir sırada, Diğer Arap ülkeleriyle hiçbirzaman iyi ilişkiler kuramamış olan İran’ı, Batı bloğunda tutabilmek gayreti yerine -dünyanın üç belasından birisi- olarak bildirmek, en yanlış bir tutum olmuştur.
İran yanlış ellerde idare ediliyor olsa da, yetmiş milyon nufuslu büyük ve zengin bir ülkedir. Basra körfezine, yani perol taşımına hâkim, bütün Arap yarımadasına etkili olabilecek, bütün petrol üretimine sekte vuracak güç, ve durumdadır. İran’ı düşman durumuna getirmek, batı için zaten yanmakta olan ateşe barut atmaktan farksızdır.
ABD yaptığı hatalarla bu duruma neden olmuş ve ümitler AB’nin tutumuna bağlanmışken, Fransanın gerekirse nükleer silah kullanacağını söylemesi büyük bir hatâ, korkunç bir sorumsuzuk gösterisidir.
Tasarıların içerisinde en zararsız olanı sayılan İran’a uygulanacak ambargoya Rusyanın katılacağı şüpheli olsada, Çin’in katılmayacağını kesin saymak yanlış olmaz. Bu şartlarda Çin, K. Kore, Kuba, ve zayıf bir ihtimalle Rusya, ekseninden İran’ın yardım alması doğal olacaktır.
Batının çıkarlarına ters düşen, Çin’i Ortadoğuya yerleştiren bu ortaklık korkusu altında, büyük felaketlerin başlangıcı olacak, İran nükleer tesislerini bombalanması, uzak bir olasılık olarak görülmemektedir.
Osmanlı İmparatorluğu dost sandığı Almanya peşinde yok yere Birinci Dünya harbine sürüklenmiş ve batmıştır. Bügün ABD, AB, Rusya, Arap veya herhangi bir ülkenin yanında yer almamız, bizim için büyük felaketlere neden olabilir.
Tarih boyunca Avrupalılar kendilerine bile yar olmamış iken, bizim onların şartları ile AB ye girmeyi kabullenip ümitlere kapılmamız, hele tavizler vermemiz, korkunç neticeler verecek hatâlardır.
Hiçbir kanatta yer almamamız, iç çekişmelerimizi bir yana bırakarak, milletce bir bütün olarak, güçlü olmaya çalışmamız gerekmektedir. AB hayâlinden kendimizi kurtarıp, ABD kotrolünden sıyrılıp, rüştümüzü ispatlamalıyız. Başta madenlerimiz olmak üzere bütün tabii kaynaklarımızı kullanma hakkını geri alarak, varlıklarımızdan istifade edebilmeyi, kendi yağımızla kavrulabilmeyi başarmalıyız.
Aksi halde Dimyat’a pirince giderken, evdeki bulgurdan olabiliriz.
Son yorumlar