Tekerrür

 

Sanırım Mehmet Akif, Tarih bilinseydi, tekerrür etmezdi, demişti.

Yıl Haziran 1921, İngilterenin güdümü ve yardımıyla yurdumuzu istila eden, türlü çinayetler yapan Yunanlıların, Londraya gönderdikleri bir yazı:

[ Yunan hükümeti hayatî Elen çıkarlarına ve Elenizm’in tarihi amaçlarına uygun bir politika izlemektedir…. Elenizm’in Ege Deniz’inin iki yakasına ve denizdeki adalara ihtiyacı vardır. Ancak o topraklara yerleştikten sonradır ki Elenizm kendine düşen görevi yerine getirebilir. Bu görev Asya tehlikesine karşı Avrupa’yı korumak görevidir. Başka bir deyimle uygarlığın bekçiliği görevidir. Ege Denizi’nin Avrupa ve Asya yakası, affedilmez Türk yönetiminden kurtulmadıkça, doğuda gerçek ve ömürlü bir barış yapılamaz. Bu toprakların kurtarılmasından sonra yapılacak barış ise, İngltere’nin bölgedeki çıkarlarına uygun olacaktır….. Ayrıca Yunanistan, Boğazlardan geçiş serbestliğinin samimi bekçisi olabilir ve bu görevi yüklenmeye hazırdır.]

Daha bıyıkları terlememiş, alelacele yetiştirilmiş, rengarenk bezden giyisiler içerisinde, ikiyüz kadar teğmene Mustafa Kemal:

[Çocuklarım, bu talimgâha henüz Harbiye diyemiyoruz. Çünki çok eksiğimiz var. Ama ben sizlere, hakkınız olan şekilde hitap edeceğim: Harbiyeliler! Savaş ve yenilgi acıları içinde büyüdünüz ……Birkaç gün sonra da çok sert bir savaşa katılacak, gerekirse canınızı feda edeceksiniz. Biliniz ki gelecek nesiller bu fedakarlıklar sayesinde, medenî alemde, eşit haklara sahip, bağımsız bir milletin, fikri hür, irfanı hür, vicdânı hür çocukları olarak yaşayacaklar. Size söz veriyorum.]

Ordunun yenilgiye uğramasıyla Ankara’da meclis birbirine girmiş, şehir boşaltılmaya başlamış, derisi ince olanlar gene Emperylizmden ümit beklemeye yeltenmekteydiler:

[Son olarak beklenilmez bir şey oldu, o güne kadar hiç söz alıp konuşmamış olan Tunceli Milletvekili Diyap Ağa’nın elini kaldırdığı görüldü. Dr. Adnan Bey sordu: -Söz mü istiyorsunuz Diyap Ağa?- He ya. -Buyrun. Meclis sustu. Sakalı göğsüne inen Diyap Ağa ağır ağır kürsüye geldi. Gözlerini kısarak meclisi süzdü,- Lafım kısadır, dedi, biz buraya kaçmaya mı geldik, yoksa kavga ederek ölmeye mi? Kürsüden indi. Meclis alkıştan yıkılacaktı.]

Yunanlılar tam techizatlı 122,500 kişilik bir orduyla, Anadolu’daki Türk varlığına son darbeyi vurmak için hücüma geçmişlerdi, bu sırada:

[Osmanlı Padişahı ve Halife Vahidettin  Selamlık törenine katılmak için küçük mâbeyn köşkünden çıkıyordu. Al cepkenli …… ama selamlık törenlerine kaç zamandır halktan pek az kimse katılıyordu. İstanbul halkının çok büyük bir bölümü, hiçbir yenilginin acısına, hiçbir zaferin sevincine katılmamış, milletin ırzı ve namusu için şehit olanlara bir kez bile rahmet dilememiş olan bu benzeri tarihte az bulunur hükümdarı kafasından silip atalı çok olmuştu. Yüzünü ve yüreğini Ankara’ya çevirmişti. İstanbul yıkım ve esirlik, Ankara ümit ve özgürlüktü.]

Büyük taarruzdan birkaç gün evvel Vahidettin:

[İngiliz haber alma servisinde çalışan bir Yüzbaşıya şu mesajı göndermişti:’Mustafa Kemal ve adamları İngilterenin düşmanıdır. Bense İngiliz dostuyum. Ne isterseniz vermeye hazırım. Halife olmak haysiyetiyle daima sizin tarafınızı tutarım’.]

Yukarıda italik harf olarak kopyladığım kısımlar Turgut Özakman’ın Şu Çılgın Türkler adlı kitabından alınmıştır. İçinde bulunduğumuz ortamda yıllardır hazırlanan bu kitabın şimdi ortaya çıkmasını çok faydalı bir olay olarak görüyorum. Hiç şüphesis bu eser bugüne kadar okuduğum, hakikatlere dayanan en güzel, en hisli, en akıcı yazılmış bir şeref öyküsüdür.

O günlerden çok sonra doğmuş ve bu vatanın  emperyalist güclerden nasıl kurtarıldığını, genç, yaşlı, çocuk, ihtiyar, kadın ve kızların fedakarlıkları, şehitlerin kanları üzerine kurulmuş olduğunu, unutmuş olanların da bu kitabı okumalarını öneriyorum. Şayet gözleri yaşlarla dolmadan okuyabiliyorlarsa, onlara hayret ve acımayla bakmak gerekir.

Her yönüyle mükemmel olan ve 750 sayfayı dolduran bu öyküyü, bugün içine düşmekte olduğumuz tuzakları görmeyenlerin de okuyacağını ümit ederim.

Geçen asrın başında, kapitülasyonlar ile, top tüfek ile, Saltanatı yurda tercih eden hâin Vahidetti’in Sevr anlaşmasını kabulu ile, tezgahlanmış olan parçalanmamız, bugün aynı gâyeye erişmek için, aynı emperyalist gücler tarafından, ekonomik baskı ile gene bize yaptırılmaya çalışılıyor.

O zaman kadınlarımızın sırtlarında taşıdıkları, ve çıplak ayak yürüyerek, öküzlerine çekdirdikleri kânı arabaları ile İnebolu’undan Ankaraya getirdikleri mermiler ile, inanılmayacak fedakarlıklarla, kanımızı dökerek, başararıya erişmiştik. Bugünün rehaveti içerisinde, hürriyet ve bütünlüğümüzü korumak için her sıkıntıya razı olacağımıza, Fransa’dan su ithal edecek kadar körleşip, türlü şahsi çıkarlar peşinde ödeyemeceğimiz borçlar altına girerek, AB sevdasına düşürülmek, ABD gayelerine uymak, gafletlerine düşecek kadar küçüldük.

Tarih tekerrürden ibarettir. Bunu vaktinde göremeyenler de tekerrürü yaratanlardır.

Yavrularımıza anlamadıkları bir dilden yobazlık öğreteceğimize, asrın dehası Atatürk’ün NUTUK’unu ve bu şahane kitabı okutmamız şehitlerimize olan borcumuzdur.

 

 

About The Author