Kültür ve Çevre (Kültür serisi 6/6)

Remove the row

Column: 1

 

Balık içinde yaşadığı suyu, yaşamını sürdürmek için değiştirmiyor. Ona uyuyor.

Kuş havada ve karada yaşıyor, yaşamını sürdürmek için değiştirmiyor. Ona uyuyor.

Hayvan karada yaşıyor, yaşamını sürdürmek için değiştirmiyor. Ona uyuyor.

İnsan, varlığının nedeni olan ortamına uymuyor ve onu yozlaştırmaktan ve yok etmekten çekinmiyor. Hayvanın bile yapmadığını yapıyor! Belki de biz bu planetten değiliz!

Böyle tahripkâr bir yaratık için kültürden bahsetmenin çelişkili olduğu kesin. Amma çelişki her toplumda ayni boyutta değil. İnsanoğlunun yaşadığı yeri bozması kültür düzeyine bağlı olarak değişiyor. Değişme de çok çeşitli ve ayrıntılı, çoğu da konumuzun dışına kayar. Onun için yalnız kültürle doğrudan bağlantılı olanların önde gelenlerini irdeleyeceğim.

İnsanın yaşadığı yerin, toprağının, ikliminin, evinin ve onların içinde sürdürdüğü yaşamın, kültüre en büyük etkiyi yapmış olduğunu biliyoruz. Bu biraz “tavuk mu yumurtadan yoksa yumurta mı tavuktan” sözüne benziyor. Çünkü insanın yerini, yerinin de insanın yaşamını etkilediği kesin.

Halkımızın kültüründen bahsederken, kültürümüzün temeli ve aynası olan varlıklarımıza ne yaptığımızdan bahsetmemek yanlış olur. Çünkü geçmişimiz bizim kültürümüzün temelini oluşturuyor. Geçmişimizin varlıkları da onun ayrılmaz bir parçası. Bu konuyu yaşanan bir örnekle dikkatinize getireceğim.

Bu yazıları okuyanların çoğunun Dünyânın başka ülkelerini görmüş olduklarına şüphe yok. O zaman sormak yerinde:

Batıda, başka hiçbir ülkede, eski eserlerini, özel varlıklarını, yaşamının parçası olan şehir, kasaba ve köylerini yok eden bir toplum gördünüz mü? Köyünü toprağını onaracağına terk eden başka bir toplum gördünüz mü? Göremezsiniz, çünkü uygar bir toplumda hiç kimse o kadar câhil olamaz. Aklı olan insan bindiği dalı kesmez.

Avrupa’da hangi ülkeye giderseniz gidin; köyler, kasabalar, kültürlerini aksettiren tarihi özelliklerini yok etmemişler. Oradaki yaşam, örf ve adetlerini de korumuşlar. Onları sırçadan bir sarayı korur gibi koruyorlar. Çünkü a varlıklar, onları, onlar yapandır, kendileridir. Başkası olmak ta istemezler.

Amma biz isteriz, hem de hiç düşünmeden! Size bir örnek vereceğim:

Ben İstanbul’da doğdum, büyüdüm, okudum. Bir mimar olarak ta içler acısıyla güzelim şehrimin nasıl yanlış yapılandığını seyretmek zorunda kaldım. Genç ve deneyimsizdim, yol gösterecek olanlar da bana engel olmadılar. Maalesef 30 yaşımda hayatımın en büyük hatâsını yaparak, kaçtım gittim. Fakat İstanbul halkı kendi oturduğu yeri yok etmeye devam etti. Yaklaşık 20 yıl önce döndüm geldim ve Bodrum’da yaşamaya karar verdim.

Ne yazık ki kader peşimi bırakmadı ve şimdi Bodrum’un yok olmasını seyrediyorum. Amma 20 yaşındaki gibi sessiz de seyirci de kalmadım.

2000 yılından 2006 yılında Cumhuriyet gazetesinde yazmaya başlayıncaya kadar, Bodrum’da Bodrum’un yok olmaması için, bütün hayat ve meslek bilgilerimi derleyerek, 250’ye yakın makâle ve çok sayda dilekçe yazdım.

Bodrum yurdumuzdaki aydınların (!) en çok bir arada olduğu bir kent. Onlardan yardım istedim, birleşmeye çağırdım. Bir tek Allah’ın kulu elini uzatmadı!

İlk geldiğim 1974 yılında, Bodrum özelliğini koruyordu. Bu özellikten ötürü çoğunlukla İstanbul’dan ve Ankara’dan kaçanlar Bodrum’u istilâ etmeye başladılar.

Ve kısacası, Bodrum’u kaçıp geldikleri yerlere benzetmek için, özelliklerini yok etmek için, acımasızca çalıştılar. Hiç kimse de dur demedi! Hâlâ da demiyor.

Bir tek kişi çıkıp ta –Gelmenizin nedeni geldiğiniz yeri beğenmemenizse, neden burasını da geldiğiniz yere benzetiyorsunuz? Demiyor!

Biz kültürden bahsediyoruz. O zaman halktan bahsetmemek olanaksız. Bu nasıl bir halktır ki, nasıl bir kültüre sahiptir ki, Bodrum gibi bir inciyi yok eder? Hem de yapmaması gerekenleri başka yerlerde, hattâ hemen yanı başımızdaki komşumuzda gördükleri hâlde?

Şimdi gelelim işin en acı tarafına. Bu ülkede en çok duyduğunuz nedir? Câhillerden yakınma, değil mi? Yüksek sandalyelerinde oturan o çok aydın (!) halkımız, câhil kalmış dedikleri gerçek halkımızı hiç tanımamış olduklarını düşünmüyorlar. Onları eğitmemiş olmalarının suçlusunun kendileri olduğunu düşünmedikleri gibi, onların câhil olduklarının doğru olmadığının farkında bile değildirler. Gerçek halkımızı tanımamış olmanın kendini câhil yaptığını da düşünmezler.

Avrupa ülkelerinin hiç biri eski kasabalarını, köylerini yıkıp yenilemiyor. Kültürlerinin parçası, hattâ temeli olan varlıkları onararak korumaya alıyor. Bir çivi bile çakılmasına izin vermiyor. O nedenle de binlerce, milyonlarca insan hâlâ akın akın onları görmeye gidiyor. Halk eskiyi, özeli görmeye geliyor. ÖZELİ! Çünkü artık yeni her yerde var ve her yerde aynı.

Column: 2

Biz ise varlıklarımızı yıkıyoruz, değiştiriyoruz ve Dünyânın her tarafında görebileceğimiz malzeme ile aynı görünüşe çeviriyoruz. Özelliğimizi yok ediyoruz. Onunla beraber kültürümüzü de yok ettiğimizin de farkında bile değiliz. Evlatlarımıza hangi kültürü göstereceğimiz, bırakacağımız aklımıza bile gelmiyor.

Şayet kültürümüzü onarmak için bir girişim yapabileceksek, öncelikle, bütün bu olanlara ses çıkartmayan ve Bodrum’da uzun aylar kalan ünlü yazarlarımızın, ellerindeki değerli köşelerde halkımızı uyarmaları, uyandırmaları gerekir. Bugüne kadar olan suskunluklarını anlamak zor! Bodrum ve benzeri her yer, her köşe ve köy, bir millî servettir.

Eğer bu katliamı durduramazsak, kültürümüz onarmak yolunda varlığı kaçınılmaz olan diğer bir yönünü de kaybetmiş olacağız. Geriye dönüşü de olmayacak.

 

Sonuç:

Öncelikle; en basit olarak kenara atılan kurallar en gerekli olan kurallardır. Bir toplumu da yozlaşmaya götüren; saygı, hürmet, adâlet ve değer verme gibi temel kuralların unutulmasıdır.

Gerçekçi olmazsak, ortaya attığımız bütün temel değerleri yok ederiz. Bugün kültürümüzü onarmak için, Zülfi yâre (!) dokunmadan işleyebileceğimiz temel kültür öğeler: Varlıklarımızı koruma, özlem ve özenle yapılması gereken eğitime kısıtlıdır.

Eğitimim artmasıyla, işsizliğin ve mutsuzluğun artmakta olduğu, eğitimsizlerde de mutluluğun fark atmadığı bir ülkedeyiz. Bu tuhaf durum tezimize çelişki gibi yansıyor. Fakat gerçek şu ki; eğer eğitimsiz bırakmak binlerce yıldır uygulanan ve gâyesi dogmatik beyinler yaratmak olan bir sömürü yöntemiyse, doğal gelişme sayılamaz. Güdümlü ve kasıtlı yapılan uygulamalardan birisidir. Bunun da ancak, gözlem ve eğitim ile üstünden gelinebilir.

Gözlemden yararlanmak, örnek olacak kişilerin varlığına bağlıdır. Okumayan bir toplumda da bu çok önemli bir yer alır. Yeteri kadar örnek olmaması da büyük sorun yaratır. Toplumumuzda örnek olabilecek yetersiz sayıda kişiye, sorumluluklarını anlatmak ve onları harekete geçirmek, işi zaten yapmayanlardan beklenmez. Bu girişim, durumu bilenlerin, yâni kalan bir avuç aydının sorumluluğu, görevi ve atmaları gereke ilk adım olmalıdır.

Dilai Lama ne diyordu: “Eğer ben iyilikle hareket edersem, iyilik bulurum. Eğer kötülükle hareket edersem, kötülük bulurum”.

Değişmelerini umduğumuz insanlara, yanlış olduklarını söylemek yerine, onlara örnek olmalı, doğruyu görmelerini sağlamalıyız.

Eğer biz, az olsak ta, her birimiz, doğru yolda hareket edersek, görenler de eninde sonunda o yolu seçecektir. Evet, fenalık çok daha çabuk yayılır, amma iyilik te yayılmaz değildir.

Hırsız, dürüst insan yetiştiremez. Kaba konuşan, nazik dil öğretemez.

Saygısız ve duyarsız hareket ederek kültürlü insan oluşmaz. Kültürsüz ortamda, kültür yeşermez.

Var olan her yanlışa ve soruna rağmen, saygılı ve duyarlı hareket etmek zorundayız.

Doğru eğitimi yanlış eğitim verenlerden bekleyemeyiz. Çağdaş eğitim almış insan yetiştirmek istiyorsak, sıfırdan başlamak zorundayız. Çünkü bu ortamda başka yolu yok. En ufaktan başlayarak, yeniden bir temel atmak ve ne kadar er veya geç olacağını bilmediğimiz geleceğe hazır olmak zorundayız.

Bunu topraklarımızı canları pahasına kurtaran atalarımıza ve Atatürk’e borçluyuz. Çocuklarımıza, torunlarımıza borçluyuz.

Kültürümüzün yozlaşmasına 80 yıldır göz yummuş, uykuda bir toplumuz. Yozlaşmayı durdurmayı, ona neden olanlardan beklemekle kaybettiklerimizi geri kazanamayız.

Geleceğe bugün hazırlanmaya başlamazsak, yarın geleceğimiz olmaz. Geleceği ancak onun var olmasını isteyenler hazırlayabilir. Onun zamanı da bugündür. Başka bir gün değil.

 

Yapılacak iş 80 yıldır yapılmayanlar. Başlamak için, kendimize bakmak yeterli.

Onları görmek için etrafımıza bakmak yeterli değilse, zâten o işi yapabilecek biz değiliz.

Yapmak zor, amma imkânsız değil.

Biz mayayı tutacağından emin olarak çalalım, o yeter! Aynen onun yaptığı gibi!

Onun yolu, izlenecek yoldur.

“…. İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; …. “ Umarım bu sözler belleğimizi tazeler.

Kültürümüzün yozlaşmasında çok etkin olan bir sorun daha var. O konuyu kapsamlı olarak 05 Temmuz 2019 tarihinde yayımladığım “Gelin kardeş olalım” isimli yazımda irdelemiştim. Web sayfamdan bakmanızı rica ederim.

 

Son

Column: 3

 

 

About The Author

0 Comments