Uygarlarlığın sonu! (3/3)

Cumhuriyet gazetesi, Bilim ve Teknoloji eki, 03 Nisan 2015

Bir şeyi kavramanın en iyi yolu, onu tarihiyle birlikte ele almaktır. August Comte.
Uygar olarak geçinen ülkeler geçmişteki hatalarını tekrarladıkça, geleceğe ümitle bakamayız.

Bu serinin son iki yazısında uygarlığı, tarihten esinlenerek irdeledim. Şimdi de, 21. Yüzyılda uygar olarak geçinen ülkelerin, yüzyılın yarısına varmadan dünyanın halklarını nereye sürüklediklerine bakalım.
Geçen yazımda (2/3), güçlenen ülkelerin binlerce yıldır halkları cahil bırakarak, düşünmeden biyata alıştırarak yönetmenin, onları kullanmanın, en kolay sömürü yolu olduğunu belirtmiş,  binlerce yıldır aynı oyunun oynandığını yazmıştım. Bu oyunun devamı halkları felaketlere doğru sürüklüyor..

Yakın zamanda yayınlanmış bir araştırmaya göre; Bir ülkenin kültürel yapısını devam ettirebilmek için doğum oranının 2.11’in üstünde kalması gerekli. Bu oran 1.38’e düştüğünde geri döndürülmesi imkânsız oluyor. Bugün Avrupa’daki 31 ülkenin doğum oranı ortalaması 1.38. 1990’da 1.8 milyon olan Müslüman sayısı 8.1 milyona ulaşmış. Avrupa halklarının nüfus kayınının yaklaşık yüzde doksanını Müslümanlar karşılıyor. Fransa’da çocukların %45’i, yeni doğanların Hollanda’da ve Belçika’da % 50’si Müslüman. Fransa , 2039, Almanya 2050 yılında bir Müslüman devleti olacak. İngiltere’de son yıllarda Müslümanların sayısı 82 binden, 2.5 milyona yükselmiş. 30 kat artış!. Rusya’da 23 milyon Müslüman var. Şimdi 52 milyon olan Avrupa’daki Müslüman nüfusu, 20 yıl sonra 104 milyon olacak. ABD’de doğum oranı 1.6 fakat büyük bir kısmı Meksika ve Güney ülkelerinden gelen göçlerle, şimdilik oranı 2.11 düzeyinde tutabiliyor. 1970 yılında 100 bin Müslüman varken, 2008 yılında 9 milyona yükselmiş.

Müslümanların büyük bir kısmı gittikleri yerlerde asimile olmuyor, kendi kültürlerini devam ettiriyor. Bir taraftan Hristiyan ülkelerin içerisinde Müslümanların sayıları gün geçtikçe artarken, diğer taraftan Ortadoğu’da Hristiyanlar Müslümanlarla kanlı bıçaklı! Böyle bir çelişkinin devamı ne mantıklıdır, ne de iyi sonuçlar doğuracak bir geleceğe gider.

Bu çelişkinin doğuşunun gerçek nedeni ise, Batının Ortadoğu kaynaklarını kontrolünde tutma ve İsrail’in varlığını koruma planıdır. Batının Ortadoğu ülkelerinin hudutlarının değiştirme kararıdır. Plan da, bütün karşıt söylentilere rağmen, bu hedefe doğru ilerliyor. Ortadoğu sorunlarının gerçekleri için yazılacaklar bu yazı serisinin kapsamı dışında olduğundan geçiyorum.

Batı etkin olmak için, düşmanlıklar yerine dostluk yaratmak yolunu seçmiş olsaydı, bugün Ortadoğu’da kan dökülmemiş ve en önemlisi, Müslüman ülkelerin kültür, okuma ve hayat düzeyleri yukarıya gitmeye başlamış olacaktı. Meydana gelecek olan eğitim düzeyindeki yükselme, dünya halklarının geleceği için de bir ümit kapısı açmış olurdu. O zaman da başka ülkelerdeki Müslümanlar yerli halklara bir tehdit oluşturmaz, sosyal düzen bozulmaya bilirdi. Maalesef bu fırsat geri gelmemek üzere kaçırıldı. Nedeni de, Batının, çıkarlar için toplumları cahil bırakacak yollar uygulayarak, kolay yönetmek arzusu. Böl ve yönet sistemi.

Bu hatanın mâliyeti Batının mı, yoksa Müslüman ülkelerin mı zararına olacak? Güncel olaylara baktığımızda, bilim ve eğitim yerine, kin ve fanatizmin aşılandığını, beyinlerin iyilik ve bilim ile eğitileceğine, dogma ve biat ile eğitildiği izleniyor. Bu gidiş tabii ki Müslüman âlemi için büyük bir gerileme, hiç değilse yıllar sürecek bir duraklama olacak.

Batı’da, özellikle Avrupa’da, nereye varacağı tahmin bile edilemeyecek kültürel ve milli değişiklikler, beklenir. Şüphe yok ki, bu sürtüşmeler halklar arasında ciddî sorunlar yaratacaktır.

Zaten uygar olmayan bir dünya toplumunun, uygarlaşması için çaba gösterirken, bu karanlık gelecek karşısında,  gene temel çözüm olan Eğitime geliyoruz.

Eğitim, kaliteli çağdaş eğitim.

Her iki grup için de eğitimi ön plana almak, çağdaş ve gerçek aydın yetiştirmekten başka yol yok. Düşünme serbestliği, karar verme ve dogmasız hareket yeteneği olan kişilerin / toplumların sayısı arttıkça da, sömürücülere karşı gelebilmek kolaylaşacaktır.

Avrupa’daki eğitim kalitesinin ne düzeyde olduğuna vakıf değilim, amma ABD’dekinin gözle görülür bir düşüş gösterdiği ortada. Şayet ABD’ye Uzakdoğudan gelen öğrenciler olmasa ve bunlar ABD’nin çalışan beyin gücünü oluşturmasalar, ABD üstünlüğünü birçok bakımdan kaybetmiş olurdu. ABD’de, hiç kimse sınıfta kalmayacak prensibini ve altı yıllık kaliteli bir yüksek öğretimin 250-500 bin dolar servet gerektirdiğini düşünürsek, varılan nokta hiç de şaşırtıcı değil. Bu durumu, her yerde, eğitimi bir ticaret ve politikaya alet haline getirmek yarattı.

Sınırlarını korumak veya genişletmek için milyarlar harcayan ülkelerin, ülkelerinin geleceğini ve devamını sağlayacak halklarını yetiştmekte para harcamaması, inanılmayacak bir cehalet. Yönetimlerin kısa vadeli planları ile ülkelerinin geleceklerini karartmaları da vahim sonuçlar verecek.

ABD’de seçimlerde etkin unsurun yüksek bağış yapanların çıkarları olması, seçilenlerin ancak halkın % 1.5’inin oyuyla seçildiğini gösteriyor. Şayet halklar geleceklerini garantiye almak istiyorlarsa, büyük parasal güçlerin çıkarlarını ve hatta kendi çıkarlarını kollayacak değil, halklarını yetiştirmek için önlemler alabilecek yetenekte kişileri seçmek durumuna gelmeliler. Bunun da gene tek çaresi; daha çok, yüksek kalitede, çağdaş eğitimli aydınlar yetiştirmektir.

Bütün bu gerçekler ortadayken, dünyanın bir numaralı sorunu olan eğitim üzerine kaç yazı çıkıyor? Çıkmaz, çünkü henüz çıkarlar zincirini kırabilecek yeterli sayıda elemanlar yetişmedi.

Bu seride temel sorunu anlatmaya çalıştım. Anlayana saz, anlamayana davul zurna az demişler, ben de “kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” diyerek bitiriyorum.

 

Turgut A. Karabekir, Y.Mimar, AIA     

turgutk@gmail.com

 

About The Author

0 Comments