Sel’e karşı durulmaz, yöntem alınır

Cumhuriyet gazetesi Bilim ve Teknoloji eki 30 Ağustos 2013, sayfa 18.

 

Bilim ve Teknoloji ekinde 9 Ağustos 2013 tarihinde yar alan ‘Sele karşı nasıl dururuz?” yazısının, geçmişte olanlar hakkında verdiği bilgiler, sel fâcialarını önleme yöntemlerinin de dikkate getirilmesini gerektiriyor.

Öncelikle şunu bilmeliyiz ki, Sel’e karşı durulmaz. Sel faciaları, ancak bilinç ile gerekli yöntemlerin tümü alındığında, önlenebilir.

Her ülkede, yasa olmayınca herkes bildiğini okur. Çağdaş bilime dayanmayan, uygulanmayan ve denetlenmeyen yasa da hiç bir işe yaramaz.

Öncelikle, bilgi yoksa, ne yaparsanız yapın sonu kaostur.

Başımıza gelen sel olayları âfet değil, felâket değil, bilgisizliğin meyvesi, facialardır. Temelde yatan bilgisizliği ve sorumsuzluğu görmemezlikten gelip, ayrıntılar üzerinde konuşanları, suç keçisi bulup sorumluluktan kurtulmaya çalışanları, sorgulamak ve suçlamak gerekir.

Doğal âfetler er geç olabilir. Bazılarının da önüne geçmek mümkün olmaz. Fakat günümüzde birçok doğal olayın önlemlerini almak kehânet olmaktan çıkmış, bir bilim dalı olarak ilerlemiş, Batı Yönetimlerinin kuralları olmuştur. Yağmur sularının yönetimi de bir bilim dalıdır.

Bu bilim dalı ABD’de, ‘Storm Water Management’ ismi altında yapılaşmanın kaçınılmaz ön şartı olarak uygulanmakta olan yöntemleri içerir. Bu kurallara uyulmadıkça hiçbir ruhsat verilmez, hiçbir yapılaşma gerçekleşemez.

Öncelikle, her bölgede yöreye düşen yağmur miktârı bellidir. Yöntem hesapları 100 yıllık verileri nazara alıp, en yüksek yağışlarda sorunların doğmasını önleyecek nitelikte yapılır.

Yöntemler, sel sularını yönlendirerek insan yapısı kanallarda sıkıştırmak için değil, yıkıcı sel sularının oluşmasını önlemek, sel sularının doğanın, denizlerin, dereleri, ırmakların, göllerin kirletmemesi, can ve mal kaybı olmaması için uygulanır.

Yöntemler suyun niteliğinin ve niceliğinin denetlenmesi olarak iki guruba ayrılır. Niceliğinin denetlenmesini düşünmemek günümüzde kabul edilemeyecek bir geriliktir ve uygarlık dışıdır. Tonlarla pisliğin denizlerimize akması hakkında tek kelime edilmemesi, uygarlık düzeyimizin utançla izlenmesi gereken bir belirtisidir.

Genel kural olarak yerleşim alanları dışında ve yerleşim alanları içinde olmak üzere, biri diğerini tamamlayan iki ayrı yöntem alınır.

Yerleşim alanları dışında aşırı yağıştan ötürü oluşan suların, yerleşim alanlarına kontrolsüz girmemesini sağlamak önde gelen şarttır. Yerleşim alanları içinde ise, binalar, yollar, oto park alanları vb topraksızlaşma ile yağmuru soğurmanın azalması nedeniyle oluşan aşırı su, yapılaşmış alanların kendi içerisinde alınacak önlemlerle kontrol edilir.

Dağlarda, yamaçlarda, yapılaşmamış alanlarda yoğun yağmur nedeniyle oluşan suları fırtına süresinde depolamak ilk alınacak yöntemdir. İnsan eli değmemiş olan doğa, yağmur yağdığında soğuramadığı (içine çekemediği) suları dereler ve nehirler yoluyla yönlendirir. Yoğun yağmur yağdığında derelerin ve nehirlerin yatakları yetersiz hale gelebilir. Yataklarından taşıp yerleşim alanlarını zarar vermemeleri için, göletleme uygulanır.

Göletlerin hesabı da, 100 yıl içinde bir defada düşen en yüksek yağmur değerlerini karşılayacak şekilde yapılır. Göletler her ne kadar basit toprak barajcıklar ile oluşturulursa da, usulünce su sızdırmayacak ve su yükü altında yarılmayacak nitelikte yapılır. Fırtına sırasında toplanan suların, çamuru durulur, pislikleri çöker, sonra su yavaş yavaş ufak bir menfezden kendiliğinden boşalır. Bazı yerlerde bu göletler gerekenden daha fazla su tutacak büyüklükte yapılıp kısmen yaş olarak kalırlar ve başka yararlar sağlarlar, çok yerde ise kuru olarak bulunurlar. Bu yöntem ile sular sel haline dönüşmeden, kaynağında, yaşam yerlerine girmeden durdurulmuş, geçici bir zaman için depolanmış olur.

Şayet göletleme yöntemi alınmazsa bu suların yaşam alanlarında tahribatını önlemek mümkün olamaz, olamamaktadır. Şayet bu sular yaşam alanlarında kanallar içerisinde yönlendirilmeye çalışılırsa, suyun hızı ve yıkıcı gücü artar, ‘100 yıllık’ yağmur yağdığında kanallar parçalanır ve büyük facialar olur, olmaktadır. Göletler ayni zamanda da pisliklerin doğrudan deniz ve göllerimize dökülmesine engel olurlar.

 

Yöre yapılaşmaya geçince, binalar, yollar, otopark alanları vb yüzeyler suyu soğuramaz olur. Bu sular oluştukları yerde, yol kenarlarında, kavşaklarda, sitelerde, otoparklarda, bütün yapılım alanlarında yapılan ve yeşil alan görünümünde olan göletçikler ile kontrol altına alınır.

Yapı alanlarında yörenin su soğurma yüzeyini yok eden kişi, oluşmaya neden olduğu suları depolamakla sorumludur. Örneğin; iki dönüm boş alan iki dönüm yapıya dönüştüğü zaman, yağmur ve kar yağdığında oluşacak su bir yere gitmek zorundadır. Yapı sahibi bu suyu yarattığı gibi depolamasını da yapmak yükümlülüğündedir. Şehir içi gibi imkânların kısıtlı olduğu yerlerde, yeteri ölçüde kendi göletini oluşturmak mümkün değilse, yapı sahibi fırtına sırasında oluşacak ölçüde suyu yer altında depolama yapmaya mecbur tutulur. Bu yöntemler alınmadan ve uygulanmadan ne inşaat ne de temel atma ruhsatı verilir. Kısacası herkez kendi yarattığı suyu Kenti’n sistemine, zarar vemeden, belirlenmiş kurallarla uyarak kontrol etmekle sorumludur.

Belediyeler bir mıntıkanın sert yüzeylerden doğan sularını kontrol için ana göletler yapmış ise, inşaat sahibi yöntemi kendi arazisinde yapmak yerine, belediyenin göletinde fazladan kapasite var ise, oraya yönlendirmek imkanı olan yerde, maddi katkıda bulunarak, o göletten yararlanmak için baş vurabilir.

Yağmur suları açık kanallara yönlendirildiğinde suyun hızını kesmek, yıkım gücünü azaltmak ve durulanmasını sağlamak için, kanallar içinde sıra sıra bölümler oluşturmak gerekir.

Yurdumuzda meyil, akıntı ve su yönlendirmesinin en ilkel şekilde uygulanması, hattâ hiç uygulanmaması bir gerçektir. Yollarda, alanlarda meyil verilmediği, yağmur suyu borularının gereğinden çok ufak konduğu, regarların yetersiz ve yanlış yapıldığı, su menfezlerinin yetersiz ve kolay tıkanabilir olduğu, her an izlediğimiz bir gerçektir. Ortası kambur veya tek yan meyilli yollarda su menfezinin ters tarafta veya bir tek tarafta olduğu da izlenmektedir. Bu basit bilgilere önem vermeyenler, insan kaybını umursamayanlar, ancak bir ortaçağ toplumunda olabilir. Uygar toplumda olamaz, var olduğu yerde de uygar bir yaşam beklentisi hayalden ibarettir.

Özetlersek uygar ve çağdaş bir ülkede:

  • Yörenin soğuramadığı su, fırtına süresinde göletlenir,
  • Göletleme nitelik ve nicelik kontrolünü sağlar,
  • Doğada var olan dere yatakları yollara dönüştürülüp yok edilmez,
  • Fırtına sırasında yapılanma yerlerinin yüzey sularına ilave olmamasını sağlar,
  • Sular fırtına geçtikten sonra yavaş yavaş durulmuş olarak boşalır,
  • Yapılar, siteler, özel kurumlar kendi sularını nitelik ve nicelik olarak denetlerlerler,
  • Belediyeler yollarından ötürü olagelen suları nitelik ve nicelik olarak denetlerler,
  • Niceliği denetlenmemiş, durulmamış su denizlere, göllere akıtılmaz,
  • Yol yüzeyleri suların akmasını sağlayacak dereler olarak kullanılmaz,
  • Bu kriterlere ve kurallara uymayan hiçbir yapı yapılamaz.

İnsanının hayatına değer veren uygar dünya, teknoloji ve aklını kullanarak bu sonuçlara erişti. Bu bilgiler kitaplarda yazıldı. Belediyeleri de kural olarak yayınladı ve kurallar uygulanıyor. Yetkililer de uygulamayı eksiksiz yapmak yükümlüler. Aksi halde ilgili yetkililer can ve mal kaybından doğrudan sorumlular.

9 Ağustosta çıkan yazıda belirtilen, yalnız 2011 yılında sel yüzünden yaşamını yetirmiş olan 655 kişinin sorumlusu kim? Bunun hesabını ne zaman sormak uygarlığına erişeceğiz? Bir tek yitirilen can bile yerine konamayacak bir değer olduğu ne zaman öğrenilecek?

Seçenek bizim. Suç keçisi arayacağımıza bilinçlenip sorunların temeline inip, gereken kuralları koymaya ve uygulamaya başlamak bizim elimizde. Suçumuza âfet adı vererek, ozondaki deliklere gönderme yaparak, derelerin intikamı olarak algılayarak, yalnız kendimizi aldatmakla kalırız. Vatandaş canından, evinden barkından, iş sahibi geçiminden olmakla kalır, sorumlu olanlar ise, sorunu kulak arkasına atarak ceplerini doldurmakta devam ederler.

Bilgisiz birtakım insan da boş lafla zaman geçirir, halkın akılnı karıştırır, gerçeklerin ortaya çıkmamasına, hataların düzeltilmemesine, faciaların olagelmesine yardımcı olurlar.

Kaybettiğimiz canlar ve mallar, bir politika konusu değil, bir insanlık trajedisidir. Bilgisizliğe sessiz kalan, kabullenen cehâletin, umursamazlığın acı sonucudur.

Olaylar oluncaya kadar susan basının da, teknik kurumlarımızın da, buradaki suç payının unutulmaması gerekir.

Acabaaaa, gene; hafıza-ı beşer nisyan ile mâlûldur! deyip geçecekmiyiz?

Turgut A. Karabekir, Y. Mimar, AIA

turgutk@gmail.com,

 

About The Author

0 Comments