Güçlü ve güçsüz

 

Lübnan’a asker göndermeye hükümetin teşne olduğunu üzüntüyle karşılıyorum. Anlaşılan gene Batı’lılar sırtımızı okşayarak bizi istedikleri yere koymayı başaracaklar.

Şayet böyle bir hâtayı yapacaksak, hiç olmazsa karşılığında birşeyler alarak yapmamız lazım. Konu üzerinde birkaç hatırlatma yapmakta fayda görüyorum:

Birinci Çöl savaşında ABD’ye bütün alanlarımızı açtık, istenen bütün yardımları yaptık. Bizim bu savaş süresince ziyanımız kırk milyon dolara yakındı. Pazarlıkçılıkla suçlanarak, zar zor, sanırım üç milyon dolar aldık. Buna karşılık hiçbir katkıda bulunmayan İsrail, -Ben ateş altındaydım, iddasıyla onyedi milyon dolar aldı!!!! Sonra bizde bombalar patlayınca, bize para veren olmadı. Onlara yağan ateş de, bizimki yağmurmuydu? Buna benzer birçok örnekler var.

Şayet hükümet asker göndermekte kararlı ise , onların da bize karşı olan sorumluluklarını hatırlatmadan ve isteklerimiz gerçekleşmeden, boş vaadlerle hiçbirşey yapılmamalıdır. Mesela:

ABD yönetiminin dolaylı olarak ortaya çıkardığı yeni Ortadoğu haritasında bizden alınıp, yeni kurulacak Kürdistan’a verimesi belirtilen yarlerin, evvela Bayaz Saray, sonra da ABD senatosu tarafından, gerçek olmadığının garantisinin yazılı olarak verilmesi,

ABD’nin hiçbir zaman böyle bir işleme katkıda bulunmayacağının, ve başkaları tarafından yapılacak bir grişimi desteklemeyeceğini yazılı olarak garantilemesi,

AB’nin aynı garantileri vermesi,

ABD’nin ve AB’nin, PKK’nin işlem bölgesinde yaptıkları kışkırtıcı yöntemleri durduracaklarını yazılı olarak garantilemeleri,

ABD ve Avrupa’daki, PKK’ya ve çeşitili radikal dincilere, yardım yapan bütün örgütlerin faaliyetlerinin sınırsız olarak durdurulacağını yazılı olarak garantilemeleri,

Binlerce kişinin ölümüne sebep olmuş ve bir hukuk devletinin mahkemeleri tarafından idam kararı alınmış olan, PKK örgütü başı Öcalan’ın sebest bırakılması hususundaki baskıların sona erdirilmesi,

Lozan andlaşması ile Musul petrolleri üzerinde bize tanınmış olan haklarımızın gerçekleşmesi, istememiz gerektiğini düşündüğüm, egemenliğimizle oluşmuş doğal hakkımız olan, Ortadoğu sorunu ile yakın bağlantılı,  konulardan bazıları.

Zaten bütün bunları bizim uzun zamandır istemiş ve yaptırmış olmamız gerekirdi. Egemenliğimizi doğrudan etkileyecek olan bu konular gitgide içinden çıkılması zor olan bir boyuta erişiyor. Nekadar geç aklımız başımıza gelirse hal çaresi bulmak okadar zorlaşacaktır.

Bu sorunların devamı, bizi ya bir iç savaşa yada yeni bir istiklal savaşına sürükleyebilir.

Güçsüzlük; Doğu bölgesini kaybetmeye razı olmamız, yâni egemenliğimizin sona ermesi, ve bunları takip edecek Kıbrıs, Ege denizi, Boğazlar, Karadeniz, Madenlerimiz, Sularımız gibi konulara da, boyun eğmemizdir.

Türk milleti hiçbir zaman egemenliğini keybetmeyi kabul etmeyecektir. Sırası geldiğinde de gereken bütün fedakarlıklara hazır olacaktır. Olduğunda, çok kan dökülür.

Güçlülük; Yukarıda sıraladığım ve benzeri konularda bugünden çıkarımıza olan sonuçları elde edip, kendimizi zorluklara düşmeden, kurtarmaktır.

Diplomaside dostluk, iyilik, olumluluk diye birşey olamaz. Yegane faktör çıkarlardır.

Şayet biz kendi çıkarlarımızı sırası geldiğinde ve her fırsatta koparmayı başaramazsak, onları kimse olumlu davranıyoruz diye bize vermez. Vermemiştir.

Bilakis zayıf olandan, hakkını arayamayandan, daima almışlardır, güçsüz hareket edenler daima sömürülmüştür.

Politika çıkarlar alışverşişdir ve karlı çıkmayan iflasa gider. Biz şimdi o yoldayız.

Elimizdeki fırsatları kaçırmayalım. Giden geri gelmeyecek.

Asker göndermeye taraftar değilim amma, karar ne olursa olsun, asker konusunu fırsat bilerek, yukarıdaki sorunları açıklığa kavuşturmaya  çalışmamak safdillik olur.

About The Author

0 Comments