Amerikan açmazı

Cumhuriyet gazetesi, Starateji ilavesi, 05 Şubat 2007

 

Roman harflerle gösterilen başlıklar ve ara başlıklar Cumhuriyet gazetesi tarafından ilave edilmiştir.

Tarihsel süreçte gelişen çifte standartlar ve Türkiye’nin çıkaracağı dersler…

ABD’nin çifte standartları kuzey-güney savaşı ile başladı. Kendi uygulamaları zaman zaman savunduklarıyla çelişti. Bunu birinci ve ikinci dünya savaşlarında ve sonrasında görmek de olası.

Türkiye parti çıkarlarına takılmamalı. Gücü dışında ‘kırmızı çizgiler palavrası sıkılacağına’ gerçeklere alt edilmeden, onlara yön verilmeli. Çıkarlarını koruyan ABD’yi suçlamak yerine Türkiye kendi çıkarlarını korumalı.

  1. Tümgeneral Armağan Kuloğlu’nun Strateji’de 01 Ocak’da yayınlanan yazısını herkes dikkatle okumalı. Türkiye’nin çıkarlarının akraba ülkeler edinmesinde ve yalnız kalmamasında olduğunu, çok anlamlı olarak açıklıyor. Halbuki dış politikamız tamamen başka yönde yürütülüyor. 15 Ocak’ta çıkan yazım ve devamı olan bu yazımda, Türkiye’nin sözde stratejik ortağı ABD’nin geçmişi inceleniyor. Yapılan anımsatmalar, Ortadoğu ve Israil/Filistin sorununa neden çözüm getirilemediğini aydınlatırken, Kuloğlu’nun önerilerine katılımı destekliyor.

ABD YÖN BULAMIYOR

Gerek insanların gerek ülkelerin ilişkilerinde, anlaşma yolunda en yıkıcı unsurun çifte standart kullanılması olduğu şüphe götürmez.

ABD’nin tarihine baktığımızda, bütün iyi niyetlerine rağmen, Amerikalıların paradokslar içerisinde hâlâ kendilerine yön bulamamış oldukları beliriyor. ABD’nin son uygulamaları yalnız diğer ülkelerde değil, kendi içersinde de, sorunlar yaratıyor. Amerikan halkı yüzyıllardan beri süregelen çelişkileri bugün de yaşarken, prensipleri ve çıkarları arasında, bocalıyor. Çin’in varlığı, oyununu zorlaştırıyor.

Kolonistler İngiltere’den koparken yayınladıkları anayasayla bütün yaşamları boyunca kendilerini çelişkiler içinde bırakacak kuralları yarattılar. Bağımsızlık, Özgürlük, Eşitlik, prensipleri yanında, büyümek için her şeyi mübah bulan uygulamalar, daima birbirine ters düştü. Büyük hürriyetçi Abraham Lincoln bile sıkışınca, -Ahlaki sorumluluk mantıkî sorumlulukla sınırlanır, demek zorunda kaldı.

Amerikan Kuzey/Güney iç harbinin başlıca nedeni, Güneylilerin esir çalıştırmasına sanayileşmiş Kuzeyin tepkisiydi. İngiltere’nin esareti kaldırmasıyla uyanan, Kuzey’de hâkim Cumhuriyetçiler (GOP), Güney’deki çiftçi Demokratların (DP) esir çalıştırmamalarını istediler, ve esareti Kuzey’de yasak ettiler. Amerikanın kuruluş prensipleri, bir taraftan insan haklarına ve eşitliğine bağlılığını söylerken, diğer yandan esaretin varlığını içermekteydi. Yani toplum, doğuştan çifte kişiliğe sahipti.

Güneyliler çıkarları nedeniyle esareti kaldırmadılar. Bu farklı anlayış içerisinde ülke 36.-38. paralel boyunda ikiye ayrılmış gibiydi. Direnişler, asır boyu iç ve dış politikayı etkiledi. Genellikle güneydeki yeni bölgeler savaşsız ilhak edilebilecekken, esareti kabul eden oy adedinin artmaması için, Güneyliler karşı koydular. Kuzey Güney’i insan haklarının ve ilerlemenin önünde engel olarak görürken, kendileri yeni ilhaklar peşinde koştular. Egemenlik ve insan haklarının büyük savunucusu William Seward 1853’te, “Ticarette baş olan dünyada baş olacaktır, etkilerimizi götürdüğümüz ülkelerin benliklerini korumamız, bizim ticari hegemonyamızı sağlayacaktır” demekten çekinmedi.

ÖZGÜRLÜK İKİLEMİ

1790’larda Fransız sömürgesi olan Haiti’de esirlerin baş kaldırmasına Başkan John Adams yardım gönderdiği halde, kendi esirlerine kötü örnek olacaklarından korkan Güneyliler şiddetle karşı çıktılar. Thomas Jefferson başkanlığa galince yön değiştirdi ve yardım kesilince başkaldıranlar teslim olarak, hürriyetlerine kavuşmak fırsatını kaçırdılar.

1824’te Yunanistan Osmanlılara baş kaldırıp yardım istedi. Medison, Clay, Monroe gibi hürriyetçiler, Webster’in yardım önerisini desteklediler. Güneyli John Kandol ise, “Osmanlılara uygulanacak bu ahlakî mahkûmiyet yakında ayni şiddetle Güneye de yönlendirilir” iddiasıyla öneriyi reddettirdi.

1851’de Macarların Rusya’ya karşı ihtilalinde Lincoln ve William Seward yardım etmek istediler, fakat güneyli Jeremiah Clemens, “Liderlerimiz yabancıların değil, bizim haklarımızı korumakla sorumludur” diye engel oldu.

İngiliz monarşisi esir ticaretine son vermek için Atlas Okyanusu’ndaki gemileri durdurup aramaya başlayınca, ‘hürriyet’ öncüsü ABD bu uygulamaya karşı çıktı.

1869’da Küba’da esirler ‘hürriyet’ temsilcisi komşuları ABD’ye güvenerek İspanya’ya baş kaldırdılar. İspanya ile anlaşmaları olduğu halde Kuzeyliler Güneylilerin itirazına rağmen esirlere gizlice yardıma devam ettiler. Virginius yardım gemisinin yakalanmasıyla, esirler silah bırakmak zorunda kaldılar. Küba’da esaret, ABD’nin 1898’de İspanya’ya savaş ilanına kadar sürdü.

Ancak iç savaştan sonra ABD’de esaret kaldırılabildi. Esirlerin serbestisi verilse de 1960’lı yıllara kadar siyah beyaz ayrımı bütün şiddeti ile devam etti. Kızılderilileri yok etmenin utancı altında olan ve dünyada egemenlik meşalesini taşımaya girişmiş bir toplum için, bu ikinci bir yüzkarası olarak sürdü.

İç savaş Amerika’nın gelişmesinin başlangıcı oldu. Dünyada ilk olarak uygulanan prensipleri iç savaşla kanıtlamaları, esir kullanmanın büyük utancının yok edilmesi, yeni ülkeye özgüven ve güç sağladı. Diğer ülkeler de bu gücü tanımaya başladılar.

ASYA VE GÜNEY AMERİKA

Rusların ve Japonların Kore Yarımadası’na ve Fransızların Vietnam’a yerleşmeye çalışmalarından ötürü, yardım isteği Çin’den geldi. (1879-1895) Amerikalılar bu çağrılardan çok gururlandılar. O zaman Çin’e en ilerlemeye yönelik ülke olarak baktılar. Kore’yi korumak için bir gemi gönderdiler, fakat limanda kaleden top atılınca kaleyi yerle bir ettiler. Talep edilen af dilemesi gelmeyince, kaledekileri öldürdüler. Koreliler ilerideki çıkarları için imzaladıkları antlaşmaya göre, ABD saldırıya uğradığında onlara yardımı vaat etti. Çin ABD’nin beklediği gelişmeleri göstermedi ve Çin-Japon savaşında ABD Japonya’nın tarafını tuttu. Çin gözde ülke olmaktan çıktı.

ABD Pasifik’teki Samoa adasında, kendiliğinden Pago Pago limanına yerleşti. Sonra Almanların ve İngilizlerin aynı limanı kullanmasına itiraz ettiler. 1867 de Şili ABD’den Monroe Doktrini’ne sadık kalmasını anımsatarak yardım istedi. ABD Şili’nin donanmasının kendisine rekabet edecek güçte olmasından rahatsızdı ve İspanya’nın Şili gemilerini Valparaiso limanında tahribine seyirci kaldı. Bu olaydan sonra Güney Amerika ülkeleri ABD’ye güvensizlikle baktılar.

1800’lerde ABD Almanya’yı en demokrasiye yatkın ve modernleşmeye hazır, liberal ülke olarak görmüştü. Bu nedenle Fransa Almanya ile savaşa girince, Almanya’nın tarafını tuttular. Kısa zaman sonra Almanya’da yönetim hayal ettikleri gibi gelişmeyince, Kaiser’den nefret ettiler.

Rusya’da 1880’lerde Alexander II’nin katlinden sonra çıkan olaylar nedeniyle iki yüz bin Musevi ABD’ye göç edince, James Blair “Rusya’nın baskı rejimi bize zararlı olmaktadır” deyip Rusya’yı Despot Ülke olarak ilan etti. Rusya’yı kınadıkları sırada, Güney’de yüzlerce Ku Klux Klan taraftarları siyahları linç etmekteydiler. Batı eyaletlerinde tren yolu yapımında çalışan Çinliler en kötü şartlarda insanlık dışı uygulamalara maruzdular.

Nikaragua’da okyanusları birleştirecek kanalın yapılması konuşulurken, Orta Amerika sahillerinin Amerika’nın sahillerinin uzantısı olduğu iddiasıyla, kanal bölgesini kullanmanın doğal hakları olduğunu savundular.

Pasifik’de Hawai limanı çok cazipti, ABD 1889’da kraliçe Liliuokalani’yi korumak bahanesiyle gemi gönderdi, 1893’te arazi sahipleri kraliçeyi indirince hemen başkaldıranlarla birlik olundu ve 1894’de iltihak gerçekleşti. Venezuela İngilizlere karşı ABD’den yardım istediğinde kendisinin Hawai de uygulamakta olduğunu, başka ülkelerin egemenliklerine karışılamaz diye, İngilizlerin yapmasını engelledi. Şayet İngilizler vazgeçmeseydi bu yüzden, savaşa girmeye hazırlanıyorlardı.

ABD DIŞ İLİŞKİLERİ

Amerika’nın dış ilişkileri, planlanmış politikalardan çok, tesirsiz, tutarlılık göstermeyen, akıntıya kapılmış ve olayların tesirinde girişimlerden oluşan, konuların sonuçlanmasına varmayan tutumlardı. Bu tutum, içerideki değişik görüşlere ve çelişkilere uygundu. ABD’nin kazanç ve çıkarları arttıkça, gelen sanal tehditler ve onlara gereken koruyucu gücün de artması gerekti. Kolonistler daima ellerinden alınamaz haklara sahip olduklarına inandılar. Başka ülkelerdeki hipokrasiyi kınayıp, kendileri ayni şeyleri uyguladılar. Bir yandan da, “Eğer başkaları da Amerika’nın hürriyet ve medeniyetinin ışığını görseler, onlar da faydalanabilirler” dediler.

Güney Kuzey ayrılığı, bugün kendisini DP ve GOP olarak gösteriyor. Her zaman parti doktrinleri çerçevesinde olmasa da, hala doğru ile yanlış, iyi ile kötü, insan haklarının uygulaması, hürriyetin tanınması prensipleri, zaman ve yerine göre değişik şekillerde kullanılıyor. Eskiden Güney ile Kuzey arasında olan düşünüş farkı, bugün daha çok halk ile yönetimin arasında yüze çıkıyor.

ABD, PRENSİPLERİYLE TERS

Bugün ABD’nin yaptıkları uzun vadedeki çıkarları düşünerek planlanmış olsa bile, hala kuruluş prensiplerine ters düşüyor. Şimdi halk bölge ayrımıyla değil, toplu olarak prensiplerden ayrılmaktan rahatsızlık duymakta. Halkın tepkisinin gecikmesi, sistemin bütün saydamlığına rağmen, yapılanların kamuoyuna değişik olarak yansıtılabilmesinden kaynaklanıyor. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra halkın yönetime olan aşırı güveni, verilen bütün çaparizlere rağmen, kamu oyunun istenilen tarafa yönlendirilmesini sağlayacak kadar çoktu. Bu nedenle kamu uyanışı hala olaylar ilerledikten sonra kendini gösteriyor.

Son yıllara baktığımızda, ABD’nin Avrupa’da ve hemen hemen bütün dünyada, aynen eski babalarının planladığı gibi, yayılımının ve yatırımlarının gerçekleşmiş olduğunu görüyoruz. Yatırımların varlığı, pazarların oluşturulması, onların korunmasını ve devamlılığının sağlanmasını gerektiriyor. Yatırımların birçoğunun tekerkliğin devam ettiği ülkelerde olması nedeniyle de, çelişkiler devam ediyor. Ve insan haklarına saygı göstermeyen bu ülkeler, ABD’nin çıkarlarına uygun hareket ettikçe ses çıkarılmıyor. Diğer yandan uyumlu hareket etmeyenlere demokratik olmayan rejimleri değiştirmek, despotluğu kaldırmak, nükleer emniyeti sağlamak bahaneleriyle müdahale ediliyor. Yani yüzyıllardır içteki çelişkiler ve paradoks, dışarıda da aynen kendini gösteriyor. Buna en somut örnek, Ortadoğu. Nükleer Üretim Kontrol Antlaşması bazı ülkelere uygulanırken, diğer ülkelere uygulanmayabiliyor. İsrail yıllardır Ortadoğu’da bölgeyi tehdit altında tutan atom silahlarına sahip iken, Suriye, İran, Irak, Kuzey Kore ve benzeri ülkelere izin verilmiyor. Bu kadar önemli bir konuda çifte standart kullanılmasından ötürü, kinler, korkular, karşıtlık ve düşman yaratıyor.

Amerikanın kucağında konuşlaşmış BM ise, çocuklarına sözünü dinletemeyen bir babadan farksız, her geçen gün acizliği artarak etkisiz. ABD, ne söylersem o yapılmalıdır tavrını, rahatlıkla, başına buyruk yürütüyor. Sonra başkaları bu tutuma baş kaldırınca kızıyor, saldırgan oluyor. Kendi düşmanını yaratıyor, sonra onunla savaşı mubah sayıyor.

ÇELİŞKİLER YUMAĞI

ABD Venezuela’da İngilizlerle harbe girmeye hazırlanırken, 1. Dünya Savaşı’nda onlarla beraber Almanya’ya karşı savaşa katıldı. Yenilen Almanya yaşanamaz şartlara bağlanınca 2. Dünya Savaşı çıktı. Almanya’yı yenebilmek için, prensiplerine en aykırı komünist rejimli Rusya ile birleşerek savaştı. Almanya yenilir yenilmez, Rusya bir numaralı düşman ilan edildi ve Soğuk Savaş 20. yüzyılın sonlarına kadar sürdü. 2. Dünya Savaşı’nda savaştığı Japonya bugün baş dostu! Kore’de dolaylı savaştığı Çin, bugün ticaret ortağı! Vietkong’la sarmaşdolaş!

  1. yüzyıl başında Osmanlı İmparatorluğu’nun İngilizler tarafından parçalanmasına yardımcı oldu ve Ortadoğu’daki bugünkü etnik ayrılıkları gözetmeyen, cetvelle çizilmiş ülkelerin yapımına çanak tuttu. Bu nedenle de, petrol kaynaklarına hakim olmak fırsatını kullandı. Şimdi daha kolay idare etmek için yeni haritalar çiziyor.

Bir taraftan hürriyet, insan hakları, egemenlik prensiplerinin meşalesini sözde taşırken ve bu hakları ihlâl edilenlere yardım etmekle övünürken, egemen Türkiye Cumhuriyeti’ni yıpratmak için, Ermenileri ve Kürt grupları kışkırtmaktan, misyoner okulları ile ülkenin temelini sarsmaya çalışmaktan geri kalmadı.

Bugün ABD, İsrail ve Filistin ilişkilerinde kayıtsız şartsız İsrail tarafını tutarak, tekerk Saudi Arabistan’a ve diğer petrol monarklarına göz yumarak, çifte standart kullanıyor. Bir taraftan Türkiye’yi staratejik ortak olarak belirlerken, diğer taraftan terörist örgütü olarak tanılan PKK’ya göz yumarak bizi oyalıyor. İran’ın nükleer tesislerini bombalamaya hazırlanırken, K. Kore’ye, petrolü olmadığı için tehditle yetiniyor. İsrail’in BM kararlarına uymamasına göz yumarken, İran ve K. Kore’nin uymaması suç oluyor.

Ortadoğu sorununun en korkunç safhasına girmekte olduğu şu günlerde, aynen eskiden olduğu gibi ABD içinde halk ikiye bölünmüş durumda. GOP’ye karşı, DP ve birçok GOP taraftarları gene çelişkideler. Yâni, ne doğu ne batı cephesinde yeni bir şey yok. ABD prensipleri ve çıkarları arasındaki paradoksları içinde yön arıyor.

GERÇEKLERE YÖN VERMEK

Türkiye ise yuttuğu zokanın farkında hareket etmiyor. Parti çıkarları yüzünden, yüzyıllardır benliğini ve yönünü bulamamış ABD’nin peşinde kendisini ateşe atmaya hazır. Bir taraftan yok yere komşularımızı darıltırken, Hazar ülkelerine gereken yaklaşımı yapmazken, Rusya, Hindistan ve Çin devlerinin gelecekte elde edecekleri etkinliği lehimize değerlendiremiyor.

ABD her zamanki gibi, bir şekilde bu keşmekeşten sıyrılacak, ve geride bir virâne bırakacak. Türkiye bu döküntü içerisine düşmemelidir. Biz kendi gücümüzü tanımazsak ve uygulamazsak, bağımsız kalamazsak, virânenin bir molozu olmaktan kurtulamayız.

Enerji ihtiyacını kendi kaynaklarıyla karşılamak dirayetini göstermeyen Türkiye’nin, dış kaynaklara bağlılığı çok önemli bir sorunudur. Sadece bu nedenle bile olsa, ABD ile yatağa girmektense, iyi ilişkide olmakla yetinmek ve doğu ülkeleriyle aramızı açmamamız önde gelen çıkarımızdır. Kudretimiz dışında kırmızı çizgiler palavrası sıkacağımıza, gerçekler bizi alt etmeden, biz onlara yön vermeliyiz.

ABD çıkarları için gerekeni yaparken biz onları suçlayarak sorumluluğumuzdan kurtulamayız. Yapmamız gereken kendi çıkarlarımızı korumaktır.

Türkiye, Atatürk tarafından bize evvelâ hediye edildi, sonra da emanet edildi. Bu varlığı korumak, şu veya bu partinin değil, halkın, yani her birimizin sorumluluğudur. Partileri suçlamanın arkasına saklanıp başımızı kuma gömmeyelim.

Olay ve tarihleri: Dangerous Nation, Robert Kagan

Turgut A. Karabekir

turgutk@gmail.com

 

About The Author

0 Comments