Kokumuz

 

Bildiğim birçok yabancı ülke/ayaletlerde onları temsil eden bir kuş ve bir çiçek vardır. Bunlara iftaharla bayraklarında ve broşürlerinde yer veririler. Şayet biz benzeri bir seçme yaparsak bunun ne olacağını düşünmek beni çok üzüyor. Halkımızın lağım kokusuna alışmış olması, bununla yaşamayı kabullenmiş olması gerçekten inanılmayacak ve utanç verici bir hakikat.

Turizm bakanlığı turistik bir tesise işletme müsadesi verir amma arıtmasının çalışıp çalışmadığını takip etmez. Belediyeler işyerlerine çalışma ruhsatı verirler veya çalışmalarına göz yumarlar, arıtmalarının çalışıp çalışmadığı onları artık ilgilendirmez. Kentimizin en güzel bir yerinde lokantada keyifle oturuken arıtma kokusundan mideniz tersine döner. Havalandırma yöntemi alınmamış olduğundan yollardaki regarlardan heryerde buram buram lağım kokusu çıkar (Dr. Mümtaz Ataman Caddesinde bir rögarın ağzına plastik koyarak kapatıp kokunun çıkmasına mani olan otel vardır, başka hiçbir yerde bunun yapıldığını görmedim). Sözüm ona yağmur kanalı olarak yapılmış olan bazı yerlerde, yağmursuzluktan pislik birikir, tahammür eder ve kokular etrafa yayılır. Ve halkımız bunlara alışmış olarak umursamadan geçer gider. Halkımız unutur amma turistimiz asla unutmaz.

Esasına bakarsanız bu kokuları kabul etmemizin bir nedeni de birçok evde hâlâ kurna ile yıkanılan devirden kalma bir adetten ötürü yapıla gelmekte olan yer sifonlarından çıkan  lağım kokuları ile yaşamayı kabullenmiş olan halkımızın tutumundan kaynaklanmaktadır. Sorun, artık kullanılmayan bu yer sifonlarını bir süngerle tıkamak yerine, bu koku ile yaşamayı kabullenmiş halkımızın, evlerindeki banyoları kokarken, sokaktaki kokudan şikayet etmemelerindedir. Yani kısacası biz b.k kokusunu benimsemişizdir.

Müslümanlığın ilk şartlarından birisinin temizlik olması gerekirken,devrimizde camiye abdest alırken ayağını yıkayan sonra üstüne gene pis çorabını giyerek giren pek çok insan vardır. Osmanlı zamanında Türk hamamının nam saldığı bir ortamda, batılılar kokularını kolanyalarla örtmeye çalışırken, pisliklerini pencerelerinden sokağa dökerken, akar sulu tuvaletleri yokken, tahretlenmek ne demek bilmezken, biz bunların hepsinin medenî bir yöntemini asırlarca uygulamış bir insan topluluğunun çocuklarıyız. Bu temizliğimizi asırlarca devam ettirdikten sonra nasıl oldu da batı dünyası yüz yıl gibi kısa bir süre içerisinde en sıhhî yöntemleri bularak temizpak oldu ve haklı olarak bizi pis görerek yukarıdan bakmaya başladı? İpin ucunu nerede kaçırdık?

Daha evvelki bazı yazılarımda da problemlerimizin birçoğunun sosyal yapımızda meydana gelen bozukluktan kaynaklandığını belirmeye çlışmıştım. AB ye girme hevesiyle bize yapılan baskılar neticesi kendimizi düzelmek ümidinde olmamızdan nekadar utanç duymamız gerektiğini anlatmaya çalışmıştım. Yıllar geçiyor ve biz hâlâ kaderin rüzgarına kapılıp gitmeyi kabullenmiş olarak atâlet ve hayal alemi içerisinde oturmaktayız. Zaten bir memleketin Bakanı sorumlu olduğu tren kazasına “nazara geldik” derse başka ne beklenebilir?

Yarım asırdan az bir süre içerisinde elli milyon artan nufusumuzun her ferdinin birden bire yüksek bir kültür ve anlayış seviyesinde olması beklenemez. Bu gelişen zümreye önderlik etmek, temel düşünce ve adetleri göstermek, aşılamak, öğretmek bilhassa numune olmak gerekir. Devekuşu gibi başımızı kuma gömdüğümüzde kimse bizim halimizi görmüyor tutumunda olmak cahaletin ta kendisidir. Bunun da vebâli aydınlarımızın, basının, yöneticilerin boynunadır.

Her insan toplumunun yönetilmeye ihtiyacı vardır. En demokratik ülkelerde bile yasalar ve yönetmelikler bu işi görürler. Bunların yanında daha da önemlisi örf ve âdet, başkalarına saygı, doğruluk, çalışkanlık gibi hususlar uygar bir toplumun temelinde yatan esas değerlerdir. Bunlar olmadan uygarlık olmaz. Toplum şuursuz bir koyun sürüsünden farksız hâle gelir. Batılıların son yüz yılda başardıkları uygar olabilmektir.

Yarımadamızın Belediye Başkanlarımızdan, Kaymakamlarından, pis kokumuzu yok etmek için gereken bütün yöntemleri almalarını, halkımızın eksik sosyal tutumlarına yardımcı olacak programlar uygulamalarını, basınımızın da bu hususların uygulanmasında yardımcı olmalarını, arzu, rica ve talep ederiz.

Diğer yörelerden gelen rekabete ilaveten, şimdi de deprem propagandası, gelişmeye başlayan turizmimizi elimizden alıvermeden aklımızı başımıza toplayalım, ve uygar olmak için AB yi bekleyeceğimize, hepimiz kişi olarak bir gayret sarfedelim. Biz kültür sahibi bir toplumun çocuklarıydık, batıyı aynen taklit edeceğimize kendi kendimize uygun bir şekilde kültürümüzü tekrar canlandıralım. Çıkmamış candan ümit kesilmez.

About The Author

0 Comments