Vakit geçmeden

 

Geçen yazımda AB ile olan ilişkilerimizden bahsetmiştim. Bu konuda bazı ilaveler yapmaya başlarken ‘ağlamayan çocuğa mama vermezler’, ‘gıcırdamayan tekerlek yağlanmaz’ gibi ata sözleri hatırıma geliyor, ve durumumuzda bunların çok yerinde olduğuna inanıyorum.

Hatırlatmak istediğim, aman bizi AB ye kabul etsinler diye her taraflarını yaladığımız ülkelerin bir kısmı, hâlâ bize karşı terör örgütleri kurmuş olan kişileri barındırıyorlar. Yıllarca onları bağırlarına bastılar, hatta yardımda bulundular, yargılamamıza engel oldular, sonra da bize –siz insan haklarını tanımıyorsunuz, diye  ceza yapmaktan çekinmediler. Kendileri dünyada gelmiş geçmiş en vahşi ırk ve din ayırımı yapmış, milyonlarca insanı yok etmiş olan bu suçlu ülkeler, rahat bir ikiyüzlülük ile, bizi suçlamaktan çekinmediler.

Bu ülkelerin dışında olan, ve bizimle olan çıkarlarından ötürü, daha çok bizim borazanımızı üfleyen ABD bile, Kürtlerle olan problemlerimizi anlamamazlıktan gelip, AB nin davulcularına katıldılar, ve terörle mücadelemizi –insan haklarını hiçe saymak olarak sınıfladılar. Bütün bu ülkeler ‘ateş düştüğü yeri yakar misali, terörün ne olduğunu ancak 11 Eylülden sonra anlayarak, davul zurnayı kestiler. Kestiler amma hâlâ AB bu örgütleri himayesinde tutmakta.

Biz de buna karşı hemen hemen hiçbirşey yapamadan oturmaktayız. Herhalde –birşey söylersek kızarlar, -aman  onları darılmayalım, benzeri korkularımız var. Neden hakkımızı arayamıyoruz? Neden korkuyoruz? Yoksa hakikaten suçlu olduğumuza mı inanıyoruz? Sanki konuşsak bundan daha kötü olabilirmi? Bunların cevabı bizim AB ye karşı bugünki aşağılatıcı tutumumuzun temelinde yatan, asırlık, kompleksimizden kaynaklanmaktadır.

Unutulmamalıdır ki Atatürk, hernekadar batıya dönük bir yol seçmişse ve batıdan örnekler almışsa da, hiçbirzaman bizi onlardan aşağıya görmemiş ve bunu açıkca ortaya koymuştur. Geri kalmışlığmızdan ötürü aşağılık olmadığımızı milletimize hatırlatmış, ve en mükemmel bir şekilde, bütün dünya memleketlerine kabul ettirmeyi başarmıştır. Milletimiz, en kötü bir devrinde bunu başarmış olduğu halde, bugün ikinci sınıf bir ülke durumunda, hakkını aramaktan, hesap sormaktan aciz bir yol tuturmuş, ezilmektedir. Bunun kabahati ve sorumluluğu, evvela başımızdaki idarecilerin, sonra da milletce bizimdir, başka kimsenin değil.

Hesap sormanın, hakkımızı aramanın, bizim kuvvet ve kudretli olduğumuzu göstereceğini, sanırım idrak edemiyoruz. Halbuki biz kendi ayaklarımız üzerinde durmaya başlarsak, o zaman bize olan saygı ve takdir daha fazla olacaktır. İnsanlık sırasında, Avrupada sondan üçüncü olacağımıza bizi ön sıralara yükseltecektir.

Her milletin içinde çürük yumurtalar vardır, zaman zaman kokuları ortaya çıkar. Bizim hâlen hortumcu olmamız, rüşvetçiliğimiz, yasalarımızı denetleyemediğimiz, geçici olarak kabul edilebilir. Amma aşağılık kompleksimiz ile sıramızı, biz kendimiz belirlemiş oluruz. Bunda da kabahat yalınız kendimizindir.

Uyanmanın sırası gelmiştir, AB den bize karşı yapılmış olan haksızlıkların hesabını sormanın sırası gelmiştir, bunun zamanı bilhassa şimdidir. Sesini duyuramayanlar acizlerdir. Biz aciz olmaktan kurtulmalıyız.

Artık bu devirde ekonomik yeterlik olmadan egemenlik olamaz. Yabancılara olan ihtiyacımızı azaltmak için, kemerimizi sıkmak, lüzumsuz ithal maddelerini kullanmamak, kendi yağımızla kavrulmak, gücümüzü ithal’e değil, ihracata vermemiz, uyanışımızı hızlandıracaktır. Bu fedakarlık, üç yıldır çekilen sıkıntıların işe yaraması için kaçınılmaz bir yol, her kişiye düşen milli bir borç, sıkıntıda olan halkımıza olan borcumuzdur.

Bu aşamada, çok yakında olacak seçimlerde, içeride ve dışarıda, milli kudretimizi belirtecek bir sınav bizi bekliyor. Şayet bukadar açıkça yazılıp çizildikten sonra başımıza, tecrübesizleri, hırsızları, sabıkalıları, aşırı şuracıları-buracıları seçersek, gelecek her felakete müstehak olacağız.

Bütün dünyanın gözleri altında, Milletin istikbalini yönlendirecek bu seçimde, vatandaşa düşen vazife, şu veya bu partiye değil, yıllardır gözle görülen yolsuzluklara, tabasbusa, oy vermemek, dürüstlere ve tecrübelilere vermektir. Aksi halde, ne AB, ne ekonomik istikrar, ne sofrada yemek, ne başının üstünde bir çatı, yani yalın ayak, başı kabak, AB ye ve   ABD ye dilenmekte devam eden memnuniyetsiz, şerefi yok olmuş bir kitle.

Geçmişten ders alamazsak söyleyacak başka laf da kalmaz -‘kendi düşen ağlamaz’ deyip, gene de ağlayacağız.

 

About The Author

0 Comments